Yazınızı gönderin yayınlayalım.

.gir .keşfet .paylaş

Tarihe Yön Veren Başarısızlıklar

Pin It
Bu kişiler seçtikleri ilk yolda yenilgiye uğramasalardı belki de tarih çok farklı yazılacaktı ve biz onları hiç tanımayacaktık. Donald D. Besore’un Aykırı Yayıncılık tarafından yayımlanan “Tarihi Değiştiren Başarısızlıklar” (Success from Failure) adlı kitabı işte bu “büyük” adamların, kaderin cilvesi olarak tanımlayabileceğimiz, başarısızlıklarını ortaya koyuyor.

Dwight David Eisenhower


Küçük Eisenhower, hem ağabeyinin öğrenimini karşılayacak hem de kendisinin Deniz Harp Akademisi’nde okumasını sağlayacak parayı bir araya getirmek için bir süthanede çalışıyordu. Bu arada çok sıkı bir şekilde akademinin sınavına hazırlanıyordu. Sonuçta sınavı gerçekten de iyi bir dereceyle geçti, ancak yirmi yaşında olduğu için koşulları Annapolis’e, yani ABD Deniz Kuvvetleri Akademisi’ne girmeye yetmiyordu. Ama West Point’teki kara harp okuluna kabul edilmişti

Dostluk ve öğrenme arzusu ile amiral olmak ya da donanmada meslek edinmek isteyen bu dinç ve kuvvetli genç adam, bir general, tarihteki en büyük silahlı kuvvetlerin komutanı ve ABD’nin 34’üncü Başkanı olarak biliniyor. Eğitim konusunda ne kadar kararlı olduğunu ve Annapolist’e girse orada da başarılı olacağını tahmin edebiliriz.

Ne olursa olsun, askerler için zor geçen 1920’ler ve 1930’larda kariyerine devam edip yükselirdi. Askeri akademide de sınıf birincisi olmuştu. Ancak Annapolis’e kabul edilseydi ve Donanma Komutanı olsaydı belki de hiçbir zaman Amerikan Başkanı unvanını alamayacaktı.

Stalin


Joseph Stalin –veya okuldaki arkadaşlarının ona taktığı adıyla Soso – aslında bir papaz okuluna gidiyordu. Ancak bir dini okul için fazlasıyla asi bir öğrenciydi. Tolstoy ve Marx gibi “sakıncalı” yazarların eserlerini okuyor; bunları başka öğrencilerle paylaşıyor; iktidar, zenginlik ve bunlarla ne yapılabileceğine ilişkin dualar ediyordu. Bu ve buna benzer davranışları nedeniyle de sık sık okul müdürü tarafından hücre hapsine gönderiliyordu.

Ancak bu cezalar Stalin’i yıldıracağına daha da fazla hırslandırıyordu. Soso, okul içindeki bir grubun lideri olarak eylemlerine devam ediyordu. Grup üyeleri, müdürün otoritesini her geçen gün daha fazla sorgulamaya başlamışlardı. Tüm bunların sonucunda okuldan kovulması ve papazlık hakkının elinden alınması kaçınılmazdı. Daha sonraları annesi sağlık nedenleriyle oğlunu okuldan aldığını iddia edecekti ama Soso, ateist, yurtsever ve sosyalist eğilimli bir grup olan “Mesame Dasi”nin lideri olduğu için kovulduğunu biliyordu.

Eğer Soso’ya papazlar ve Tiflis’teki dini okulun müdürü Germogen daha farklı davransaydı 20. yüzyılın tarihi inanılmaz ölçüde değişebilirdi. Stalin’in hırsı Ortodoks Kilisesi’nde bir rahip olmaya yönlendirilseydi, bunun o dönemin Rusyası için çok önemli sonuçları olabilirdi.


Harry S. Truman


ABD’nin 33. Başkanı olan Harry S. Truman, Kansas City Üniversitesi’nde okuduğu Hukuk Bölümü’nden mezun olamadı. Buna rağmen, girişkenliği ve lider ruhu sayesinde kısa sürede kendini gösterdi ve 1922 yılında Jackson Bölgesi politika lideri Tom Pendergast önderliğinde bölge yargıcı oldu. Ancak 1924 yılında tekrarlanan seçimleri, dönemin etkili ırkçı örgütü Klu Klux Klan’ın üyelerini kızdıran ve onların oylarını istemediğine dair bir konuşma yapması sonucu, kaybetti.

Yargıç Harry S. Truman bundan sonraki siyasi hayatında hiçbir seçimi kaybetmedi. 1926’da yargıçlığa geri döndü ve 1934’te Missouri’den senatör seçildi. Tanınmış bir aileye mensup olması ve partisine karşı sadakati Demokrat Parti içinde yükselmesini, önem kazanmasını ve saygı görmesini sağladı.

Amerikan Başkanı Roosevelt’in, görevi devam ederken vefat etmesinin ardından ABD Başkanı seçildi. Başkanlığı boyunca, Japonya’ya atom bombası atılması, Kore Savaşı’nın başlatılması, Marshall Planı’nın uygulamaya konulması gibi dünya tarihini etkileyen kararlara imza attı.


Ulysses S. Grant


ABD’nin 18. Başkanı olan Ulysses S. Grant, gençliğinde bir çiftçiydi. Kayınpederinden kalan toprakları değerlendirmeye çalışıyordu, fakat bu meslekte geçirdiği birkaç sene içinde, gerek kuraklık, gerekse fazla yağmur yüzünden başarısız olmuş, mahsulleri zarar gördüğü için çok da para kaybetmişti. Son olarak çiftliğinin yakınında çıkan yangın, bardaktaki son damlayı da taşırdı: Grant artık çiftçilik yapmayacaktı

Aslında Grant’in hayatı adeta bir pembe dizi gibi geçmişti. West Point Askeri Akademisi’ni kazanmıştı, fakat okuldaki notları disiplin ve akademik başarı yoksunluğunu gösteriyordu. Buna rağmen binicilik ve eskrimde çok başarılıydı. Askerleri idare etmede de belirli bir yeteneği vardı. İçki ile olan ilişkisi efsane haline gelmişti. Ordudan da içki alışkanlığı yüzünden uzaklaştırılmıştı. Çiftçilik macerası da bundan sonra başlamıştı. Ancak kader onu yine ilk mesleğine döndürdü.

İç Savaş başladığında Kuzey ordusu, Illinois’den gelen gönüllülere komutanlık yapmak üzere albaylık rütbesiyle Grant’i geri aldı. General Grant girdiği tüm çarpışmaları zaferle bitiriyordu. Sonuçta Kuzey ordularının başkomutanlığına kadar yükseldi. Savaş sonrası yeniden yapılanmanın karmaşasında Grant Amerikan başkanlığına adaylığını koydu. Ancak 8 yıllık görevi boyunca Amerika’nın gördüğü en beceriksiz başkanlarından biri olmuştur. Savaşta insanları çok iyi değerlendirdiği halde aynı yeteneği politikada gösteremedi.


Adolf Hitler


1900’lü yılların başlarında, sanatla uğraşan iki genç adam, şanslarını aramak ve eğitim almak için Viyana’ya geldiler ve birlikte bir oda tuttular. Müzisyen olan Gus, giriş sınavlarını verdiği Müzik Akademisi’ne kaydını yaptırmıştı, ancak ressam olan Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’ne kabul edilmedi. Bu da onu kıskanç ve öfkeli biri haline getirdi. 1908 yılında şansını tekrar denedi, ancak Akademi’den yine ret cevabı aldı. Ressam bundan sonra Viyana sokaklarında sefil bir hayat yaşamaya başladı. Başını yaslayacak nereyi bulursa orada uyuyordu. Bir süre sonra akıl sağlığını bile yitirir gibi olmuştu. Az da olsa para biriktirerek hayata tutunabilmek için kar küremeyi, bavul taşımayı ve hatta dilenmeyi bile denedi, ama beceremedi.

Sonunda, kaldığı barınakta kendisi gibi bir ressamla tanıştı. Beraber iş yapmaya karar verdiler. Bunun için genç ressam ilk defa ailesinden borç para istedi. Küçük bir otel odası tutarak çizimlerini yapmaya başladı. Kaldığı yerde başka insanlarla tanıştı ve kendini çok geçmeden siyasi tartışmaların ortasında buldu. Uzun süredir uyuşmuş olan düşünceleri, bir tartışma grubunun lideri olana kadar gelişti. Yeni aşkına kendini o kadar kaptırmıştı ki ortaklığı bozulmuştu.

Ressam, Viyana’da beş buçuk yıl kaldı. Burada arkadaşsız, umutsuz ve parasız geçirdiği yıllar boyunca dibin de dibine vurmuştu. Fakat şehri terk ettiğinde sertleşmiş, politika ateşiyle yanan bir adam haline gelmişti. Bu ressam, tarihin en gaddar ve en kötü adamı olarak kabul edilen Adolf Hitler’den başkası değildi. Hitler, birçok ülkenin nüfusundan da fazla sayıda insanın ölümünden sorumluydu. Tek başına karar vererek bir ırka, Musevilere karşı soykırımı resmi hükümet politikası yaptı. Viyana’da Güzel Sanatlar Akademisi tarafından yetenekli bulunsaydı belki de bu talihsizliklerin hiçbirisi yaşanmayacaktı.


Franklin Delano Roosevelt


İsim yapmış ve çok sayıda müşterisi bulunan bir avukatlık bürosunun iki ortağından biri olan Franklin Roosevelt, başarılı kariyerine rağmen yaptığı işten yeterince keyif almıyordu. Zamanının çoğunu geleceği düşünerek geçiriyordu. Mesleği olan hukuk, çok fazla vaktini almıyordu. Hatta yatırımları ile ilgili yaptığı işler de zamanını doldurmuyordu. Hukuk firmasındaki günlerinin çoğunu, eyaletin ve ülkenin her köşesinden, farklı sınıflardan insanları dinleyerek, durum değerlendirmeleri yaparak geçiriyordu.

Hep büyük ideallerin hayallerini kuran bu avukat, ilerde ABD’ye dört kez başkan seçilecekti. Düşmanı ve dostunun kısaca FDR dediği Roosevelt’in Amerika üzerindeki etkisi 20. yüzyıldaki hiçbir başkanla kıyaslanamaz. Bu lider ruhlu adam, avukatlık mesleğini siyasi bağlantılar kurabilme yolunda değerlendirmiştir. Her ne kadar otuzlu yaşlarının başlarında çocuk felci geçirerek yürüyemez duruma gelse de, tüm bu yaşadığı acılar FDR’yi Amerika’nın karşı karşıya kaldığı krizde ve İkinci Dünya Savaşı sırasında yol gösterebilmesi için daha da güçlendirmişti. Ne kadar güçlü olduğunu, hiçbir zaman karamsarlığa kapılmayarak ve teslim olmayarak gösterdi.

1929 yılında ABD, Büyük Buhran adı verilen, tarihin en büyük ekonomik krizinin içine sürüklenmişti. FDR, tam da bu krizin yaşandığı günlerde (1933 yılında), güçlü bir liderliğe aç ve büyük bir şaşkınlık içinde olan Amerikan halkı tarafından, ezici bir çoğunlukla başkan seçildi. FDR ve teorisyenleri Büyük Buhran’a hiçbir zaman çözüm getiremediler ama FDR en zor günlerinde bile düzeni korumayı başarmış ve böylece ülkesine umut vermiştir

Henry Ford


Genç Henry Ford, yaşadığı çiftlikten, iş olanaklarının bol olduğu şehir merkezine para kazanmak için gelmişti. Makine atölyelerinde çıraklık yaparak işe başladı. Kazandığı para geçimine yetmediği için bir mücevher dükkânı için saat tamiri de yapıyordu. Makine atölyesinde yeterince tecrübe kazandıktan sonra Drydock adında büyük bir gemi yapım şirketinde çırak olarak çalışmaya başladı. Burada kendi işini yaparken bir yandan da diğer işçileri izliyor, onların işlerini de öğrenmeye çalışıyordu. Sonuçta sadece makinistin görevlerini değil, üretim işleminin tüm yönlerini öğrenmişti. Dikkatle izlemenin yanı sıra sürekli sorular sorarak üretimi bütünüyle kavramaya çalışıyordu.

Bütün bu iş deneyiminin sonucunda artık ne olmak istediğine karar vermişti: çok fazla sayıda mal üretebilen bir üretici olmak istiyordu. Temel bilgisi vardı. Şimdi bilgisini bir konuda yoğunlaştırıp yapmak istediklerini ondan başka kimsenin beceremeyeceği bir şekilde ve doğru bir zamanda yapmanın sırasıydı.

Bir zamanların tersane işçisi, saat tamircisi, çiftçisi ve bıçkıhane operatörü olan genç tamirci, mühendis, araba üreticisi, yenilikçi ve mucit Henry Ford’du. Ford, mekaniğe karşı doğal zekâsı ve becerisini bu konuyu öğrenmek için kullanmış, enerjisini ve direncini bilimsel anlamda ilerleme yönünde değerlendirmişti. Ve bunların hepsini doğru bir zamanlamayla gerçekleştirmişti.


Winston Leonard Spencer Churchill


Artık tam anlamıyla emekliydi. Kendisi için hiçbir gelecek görmüyordu. En azından kendini yeniden iyi hissettirecek bir gelecek yoktu. İflasla karşı karşıyaydı. Aslında çok iyi para kazanmıştı. Özellikle son birkaç yıldır. Fakat gelirinden fazla harcıyordu. Evini satılığa çıkartmamak için arkadaşından borç para istemek zorunda kaldı. Asıl endişelendiği konu, yüklü harcamalarını halkın duymasıydı.

İflasla flört eden bu adam Winston Leonard Spencer Churchill’di. Ressam, yazar, savaş muhabiri, asker, deniz kuvvetlerinde yönetici, politikacı, devlet adamı, tarihin koridorlarında adı sonsuza kadar yankılanacak bir adam. Batı medeniyetini karşı karşıya kaldığı en korkunç tehditten kurtardığı söylenen adam… İsa, Lincoln ve Napoleon’dan sonra belki de en fazla biyografisi yazılan kişi…

Churchill hayatında birçok siyasi yenilgi yaşamış, ama her zaman kendini kısa sürede toparlayıp tekrar düzlüğe çıkmayı da bilmişti. Ayrıca İngiliz dilinin belagati en güçlü kişiliklerinden biri olarak bilinir. Başbakan olduktan sonra ve savaşın sona ermesiyle birlikte, yazdıkları ona daha fazla kazanç getirmeye başladı. Para konusunda endişe duymadığı için de debdebeli yaşam tarzını sürdürmekte sakınca görmedi. Bu kadar uçarı ve parayla ilgili müsrif bir tutum sergilemesi, verdiği diğer kararların da yargılanmasına sebep olabilirdi. Bu, ulusal bir sorun haline geldiğinde parti liderleri de doğal olarak anlayış göstermeyeceklerdi.

Bu durum açığa çıksa ciddi bir siyasal ve sosyal çalkantıya yol açar ve başbakanlık Lord Halifax’a geçerdi. Tarih, Churchill başbakanlık koltuğunu bu şekilde kaybetseydi ne olurdu sorusunu yanıtlayamayacak, ama şu da bir gerçek ki; dünya yenilgiyi kabul etmeme iradesini gösteren bu adamı kolay kolay unutmayacaktır.

Bu sayfaya link ver !

0 yorum:

Bu sayfada bir iz bırakın, yorum yapın !