Yazınızı gönderin yayınlayalım.

.gir .keşfet .paylaş

80 Yıl Önce Mısır [Resim]

Abidin Sarayı ve kraliyet Arabaları

Camel Caddesi

Fransız Enstitüsü

Fuad Caddesi ve Hemşirelik Okulu

Giza Piramiti

Hotel England

İngiliz elçiliği

İngiliz Karakolu

İskenderiye

İskenderiye Tren İstasyonu

İskenderiye

Kahire'den...

Opera Meydanı

Kahire Tren İstasyonu önündeki 2. Ramses Heykeli

Kahire Tren İstasyonu


Kasr-ı Nil Köprüsü


Magrib Caddesi

Kahire'de bir itfaiyrearacı

Mısır Milli Bankası

Nil Caddesi

Mısır Studyosu

Valide Sarayı

İngiltere'nin Mısır'ı işgali ve Albay Arabi Bey

Albay Arabi Bey ile ilgili yazılmış pek makale yok maalesef.Albay Arabi Bey yada Ahmed Arabi Paşa Mısır'da İngilizlere karşı yürütülen milli hareketin lideri.Türk ve Çerkez kökenli bir asker olan Arabi Bey, özetle Vahdettin Engin'in II.Abdülhamid ve Dış Politika isimli kitabında 25 ve 26. sayfalardaki dipnotlarda ve Hasırcızade'nin Osmanlı Tarihi eserinde bahsedilmektedir.



Mısır'da İngiliz işgalinin yaşandığı 1882 yılında Mısır,Osmanlı Devleti'ne bağlı bir vali olan Hidiv İsmail Paşa tarafından yönetiliyordu.Bu dönemde İsmail Paşa bir hayli israf ile Abdüllaziz Han'nın borçlanabilme yetkisini suistimal ederek İngiltere ve Fransa'ya 100 milyon sterlin borçlanmıştı.Bu borca karşılık maalesef Mısır maliyesine alacaklı devletler tarafından mali bir denetim mekanizması dayatılmıştır.Devamla Paşa'nın elindeki Süveyş Kanalı hisselerine de İngiltere tarrafından el konuldu.Böylece kanal sermayesinin yarası İngiltere'nin eline geçmişti.

Mısır'ın borcundan dolayı alacaklı devletler İngiltere ve Fransa Mısır maliyesini yönetme yetkisine sahip oldular.Zamanla alacaklı devletlerin memurları Maliye ve Nafia Bakanı olarak Mısır hükümetine de girdiler.Bundan sonra da sıkı bir maliye politikası izlemeye başladılar.Tasarruf tedbirleri ile ordu kadroları azaltılmaya çalışıldı.Bu hareket milli hareketi filizlendirecek ilk kıvılcımdı.İlk hedef Mısır ordusunu 30 000'den 18 000'e indirmekti.Bu sıralarda çoğunluğu Türk ve Çerkes asıllı 2 500 subayı emekliye ayırdılar.Bu olanlardan ordu mensupları rahatsız oldular.Zaten mali olarak bir işgal altında olmaları bu son olayla da milli hislerin uyanması neticesini verdi.Mısır'ın bir çok yerinde galeyanlar meydana geldi.Durumdan rahatsız olan İngiltere ve Fransa İskenderiye'ye birer zırhlı gönderip İsmail Paşa'nın istifa etmesini istediler.Paşa bunu kabul etmeyince işgalciler II.Abdülhamid'e müracaat ettiler.İsmail Paşa'nın MIsır'da gereksiz harcamaları ve tutarsız yönetimitle işgal kuvvetlerinin işini kolaylaştırdığı ve Mısır'da güç dengesini Osmanlı aleyhine bozduğu içim İsmail Paşa'dan rahatsız duyuyordu.

1879 yılında İsmail Palşa'yı hidivlikten azlederek yerine Mehmed Tevfik Paşa'yı getirdi.Bu değişlikten sonra Mısır'da ayaklanmalar meydana geldi.Ülkede İngiliz ve Fransızlara karşı Albay Arabi Bey önderliğinde Mısır milli hareketi "Mısır Mısırlılarındır !" sloganıyla silahlı ve fikirsel bir direniş olarak ortaya çıktı.Daha sonra Arabi Bey,Mısır Harbiye Nazırlığına getirildi.Sultan Abdülhamid, Arabi Bey'in yabancılara aleyhine sergilediği direnişten hoşlanarak kendisini paşalığa yükseltti ve birinci rütbeden Mecidiye nişanı ile ödüllendirdi.Sultan Abdülhamid, zaten Arabi Paşa önderliğndeki bu hareketi İngiliz ve Fransız işgaline karşı baştan beri destekliyordu.Arabi Paşa,Sultan'dan aldığı güçle Mısır idaresindeki yabancı memurların görevlerine son verdi.Bunun üzerine İngiliz ve Fransız filoları İskenderiye önlerine tekrar geldi.Fakat bu iki ülke de kendi aralarında şiddetli bir rekabet içindeydiler.İngiltere Mısır'a tek başına hakim olmak istiyordu.Bu sebeble İngiltere, Fransızların ortak müdahale teklifini reddetti.Fransa ise İngiltere'nin Mısır'a tek başına müdahale etmesini istemiyordu.Bu konu İstanbul'da düzenlenen bir konferansta gündeme getirldi ve Osmanlı'nın Mısır'a 3 ay içinde müdahale edip güvenliği sağlamasını ve statükoyu iadesini istediler.Bu durumda Türk ordusu,yabancılara karşı direnen bir eyaletini yabancılar lehine bastırma durumuna düşecekti.Bu Sultan Abdülhamid için böyle bir teklif söz konusu bile olamazdı.Osmanlı bu teklifi katiyyen kabul etmedi,İngiltere'nin ortak müdehale önerisini de geri çevirdi.Bu arada Mısır'da Başbakan olan Albay Arabi Bey önderliğindeki milli hareket iyice büyümüş yabancıların baskılarına karşı silahlı direniş Mısır'ın bir çok bölgesine yayılmış, saldırılarda çok sayıda Avrupalı öldürülmüştü.İngiliz, İtalyan, Rus ve Yunan konsolosluklarına saldırılar düzenlenmişti.

Bu olaylara karşı İngiltere donanması İskenderiye'yi bombalayarak burayı işgal etti.12 Temmuz 1882'de Albay Arabi Paşa birlikleri Sir Gamet Wolseley kuvvetleri tarafından Teyl'ül-Kebîr'de bozguna uğratıldı.Daha sonra 15 Eylül 1882'de İngiliz kuvvetleri Kahire'yi işgal ettiler.Mısır resmen işgal edilmişti.Resmi olarak Osmanlı Devleti'ne bağlı olmakla berbar fiilen İngilizler'in eline geçmişti.Arabi Paşa ise İngilizler tarafından Seylan'a (Sri Lanka) sürüldü.




Sedat Uyar

Napolyon'nun Mısır Seferi ve Nizam-ı Cedid Ordusu

Napolyon 1797’de Direktuvar hükümetini Mısır’ı işgale ikna ederken temel dayanak olarak, İngiltere karşısında Fransa’yı avantajlı duruma getirmek tezini savunmaktaydı. Napolyon’a göre, donanması sebebiyle denizlerde güçlü olan İngiltere’yi, Britanya Adası’nda vurmak mümkün değildi. Fransa ancak sömürgeler üzerinden İngiltere’ye zarar verebilirdi. Mısır da İngiltere’nin sömürgelerine giden yol üzerinde bulunmaktaydı. Direktuvar yöneticileri Napolyon’a bu konuda katılmıyorlardı. Onlara göre denizlere hakim olan İngiltere, Fransa’yı denizaşırı topraklarda daha kolay mağlup edebilirdi. Ayrıca böyle bireylem Avrupa’da Fransa’yla bir sorun yaşamaya belki de tek ülke olan Osmanlı Devleti’ni Fransa’ya düşman ederdi. Fakat Napolyon’un Paris’te çok önemli bir yardımcısı vardı. Dış politikada büyük tecrübeye sahip bir devlet adamı olan Talleyrand. Ona göre, seferin Osmanlı Devleti’ne karşı değil, Mısır’da bir hayli zamandan beri isyan halinde bulunan gruplara karşı yapılacağı şeklinde takdim edilmesi halinde, padişah bu sefere ses çıkarmayabilirdi. 


Sonunda Direktuvar yönetimi ikna oldu. Ancak ikna olmasında en büyük etken, Napolyon gibi Paris’te yönetim için tehlikeli olabilecek, halk tarafından sevilen bir komutanı başkentten uzaklaştırma isteğiydi. Büyük bir gizlilik içinde sefer hazırlıkları tamamlandı. 280 parça gemiyle 45.000 asker Mayıs 1798’de Toulon limanından yola çıktı. Napolyon önce Malta Adası’nı ele geçirdi. 30 Haziran 1798’de Fransız ordusu hemen hemen hiç mukavemet görmeden İskenderiye’de karaya çıktı. 21 Temmuz 1798’de Vali Bekir Paşa komutasındaki Osmanlı ordusuyla, Kahire yakınlarında Piramitler Muharebesi (Ehramlar Muharebesi) yapıldı. Osmanlı ordusu yenildi. Kahire düştü. Ekim sonuna kadar tüm Mısır’ın Fransızlarca istilası tamamlandı. İşgale rağmen Osmanlı Devleti Fransa’ya önce savaş ilan etmedi. Çünkü savaştan galip çıkamayacağını biliyordu. 


Bunun yerine İngiltere’nin Fransa’ya karşı Akdeniz’de tahrik edilmesi ve İngiltere donanmasına Osmanlı limanlarında iaşe verilmesi kararlaştırıldı. Nitekim Amiral Nelson komutasındaki İngiliz donanması 1 Ağustos 1798’de İskenderiye önlerine geldi ve Abukir koyunda demirli bulunan Fransız donanmasını ani bir baskınla, 8-10 gemi hariç, yok etti. Böylece Fransız kuvvetlerinin Fransa ile irtibatı kesildi. III. Selim Nelson’un bu başarısından o kadar memnun oldu ki, kendisine altın işlemeli bir kılıç yolladı. Ardından İngiltere ile ittifak arayışı içine girildi. Ancak, Rusya böyle bir ittifak için daha istekli görünüyordu. Çünkü Fransa, Compo Formio anlaşmasıyla Dalmaçya sahillerine çıkarak, Rusya’nın kendisi için etki alanı olarak gördüğü Balkanlar’da etkili olmaya başlamıştı. Rusya buna izin veremezdi. Rusya’nın istekli ve ısrarcı olması üzerine 22 Aralık 1798’de İstanbul’da Osmanlı-Rus ittifak anlaşması imzalandı. Anlaşmayla savaş boyunca Boğazların Rus donanmasına açık olması kabul edildi. Anlaşma yedi yıl geçerli olacaktı. Taraflar Fransa ile ayrı ayrı barış anlaşmaları yapmayacaklardı. Taraflardan biri taarruza uğrarsa diğeri yardım edecekti.


Genel bölümleri aynı olan bir anlaşma 5 Ocak 1799’da İngiltere’yle de imzalandı. Bunun ardından Osmanlı Devleti Avrupa’da Fransa’ya karşı kurulan İkinci Koalisyon’a (1798-1802) dahil olarak, Fransa’ya savaş ilan etti. Bu arada Napolyon Mısır’dan Filistin’e girmiş, Akka önlerine gelmişti. Akka kalesinin İngiliz mühendisler tarafından tamir edilmiş olması Napolyon’un işini güçleştirdi. Üstelik kaleyi, yeni silahlarla donatılmış Nizam-ı Cedit askerileri savunuyordu. 7 Mart 1799’da Akka muhasara edildi. 63 günlük bir kuşatmadan sonra Napolyon Akka’yı alamayacağını anlayıp, daha fazla ilerleyemeden Mısır’a geri döndü. Napolyon’un Mısır’a hızla dönmesinin bir nedeni de İngiltere’nin 12.000 kişilik bir kuvvetle Kızıldeniz’e girdiğinin haber alınmasıydı. İngilizlerin Süveyş’e çıkartma yapması bekleniyordu. Bir yandan da 40.000 kişilik bir Osmanlı kuvveti Anadolu’dan hareket etmişti. Napolyon askeri açıdan sıkıştığını anlayınca yerine bir generalini bırakarak 22 Ağustos 1799’da Mısır’dan Fransa’ya döndü. Osmanlı ordusu Mısır’a girdiyse de, Fransızların mukavemetiyle, Filistin’e geri çekilmek zorunda kaldı. İngilizler ise 12.000 kişiyle Süveyş’e
çıktılar. Sonunda Fransızlar Mısır’ı boşaltmayı kabul ettiler, bir anlaşma imzaladılar. İkinci Koalisyon savaşları 1802’de Amiens barışıyla sona erdi. Mısır Osmanlı Devleti’ne bırakılırken, Yedi Ada’da (Cezair-i Seb’a) Osmanlı-Rus ortak denetiminde bir cumhuriyet kuruldu.



Bu arada, Napolyon bir hükümet darbesiyle Fransa’da yönetimi ele geçirmiş, kendisini önce “birinci konsül”, ardından da “imparator” ilan etmişti. 1805’de Napolyon komutasındaki Fransız ordusu, Austerlitz’de (Osterliç) Rusya ve Avusturya ordularını yenince, Osmanlı padişahı III. Selim “iki imparatoru birden yenen bir imparatoru tanımamak olmaz” diyerek, Osmanlı Devleti’nin Napolyon idaresini tanımasına karar verdi. Ancak bu tanıma Osmanlı Devleti açısından çok olumlu bir sonuç sağlamadı. Napolyon’un elçi olarak İstanbul’a gönderdiği General Sebastian, Osmanlı Devleti’ni Rusya’ya karşı kışkırttı. Evvelce yapılan Osmanlı-Rus ittifakının, Rusya tarafından Osmanlı Devleti’ni yıkmak için kullanıldığı propagandasını yaptı. Rusya ve İngiltere ise, Osmanlı Devleti’ni bir kez daha Fransa’ya karşı savaşa sokmak istiyordu. Ama III. Selim, ordunun yeterince güçlü olmadığını bildiğinden bu taleplere direndi. Bu arada, Osmanlı Devleti 1806’da Eflak ve Boğdan beylerini Rusya’nın emellerine hizmet ettikleri gerekçesiyle azledince, Rusya Eflak ve Boğdan’a girdi ve ilerlemeye başladı. Rusya’nın amacı Balkanlar’da, 1804’ten beri isyan halinde olan Sırplarla birleşmekti. Osmanlı ordusu Tuna’da ciddi bir mukavemetle Rusları durdurdu. Osmanlı Devleti bu kez Ruslara karşı, Fransa’dan yardım talebinde bulundu. Napolyon ile Rus Çarı I. Alexander, Tilsit’te yaptıkları anlaşmada Osmanlı Devleti’nin taksimini planlamakla meşgullerdi. Böyle bir ortamda,Fransa’nın Osmanlı’ya yardım etmesi söz konusu olamazdı. 

Fransa-Rusya ilişkileri sıcak olduğu sürece, Osmanlı Devleti Rusya’yla kendi başına mücadele etmeye çalıştı. Üstelik başkent İstanbul o dönemde çok ciddi siyasi istikrarsızlıklarla çalkalanıyordu. Nizam-ı Cedit reformlarına karşı olan kesimlerin kışkırtmasıyla başlayan Kabakçı Mustafa ayaklanmasıyla, 1807’de III. Selim tahttan indirildi. IV. Mustafa padişah yapıldı. Ancak bu durumu tanımayan Rumeli ayanlarından Alemdar Mustafa Paşa’nın müdahalesiyle IV. Mustafa yerine, III. Selim’in yeğeni Mahmut (II. Mahmut) tahta çıkarıldı.  III. Selim ise, kendisini kurtarmaya gelen Alemdar kuvvetleri yetişemeden, isyancılar tarafından öldürüldü. 

Napolyon’un İngiltere’ye karşı uyguladığı kıta ablukasının başarısızlığa uğramasından  yararlanmak isteyen I. Alexander’in Tilsit Antlaşması’nı ihlal etmeye başlaması üzerine,  1811’de Fransa’nın Rusya’yla yeniden arası açıldı. Napolyon 1812’de Moskova seferine çıktı. Fransa tehdidi ciddileşince, Rusya 1812’de Osmanlı Devleti’yle Bükreş Antlaşması’nı  imzaladı. Buna göre, daha önce yapılan antlaşmaların geçerliliği kabul edildi. Prut ve Tuna iki ülke arasında sınır kabul edildi. Tuna ticaret gemilerine açık olacaktı. Rusya, Eflak ve 
Boğdan’ı Osmanlı devletine iade etti. Besarabya ise Rusya’ya verildi. Osmanlı Devleti’nin Sırbistan’da bazı reformlar yapılması kabul edildi.

Arapların (Kısmen de Olsa) Kazandığı Tek Savaş: Yom Kippur



1973 yılının 6 Ekim’inde saat 14:00’da Mısırlılar kulakları sağır eden, gözleri kör eden bir top ateşi saldırısıyla Süveyş Kanalının doğu yakasında mevzilenmiş İsrail ordu birliklerine saldırdılar. 2000 adet top 35 dakika boyunca karşı tarafa toplam 3000 tonluk mermi yağdırdı.

Top ateşiyle birlikte Mısır’daki yirmi hava üssünden havalanan 200 civarında uçak Sina’daki İsrail birliklerine saldırdı.Binlerce asker, bine yakın zodyak botu ile birkaç dakika içinde kanalın doğu yakasına geçti ve 1500 civarında ip merdiveni kullanarak kum setlerine tırmandılar. Bu askerler daha sonra yine halatları kullanarak hafif motosikletlerini ve silahlarını yukarı çekip son hızla Sina içlerine daldılar. Ellerindeki anti tank silahlarla İsrail tanklarına ağır kayıplar verdirdiler.



Kanalın batısını doğusuna bağlayan geçici köprüler son hızla inşa edildi. Dakikalar içinde altı yüze yakın tank doğu yakasında açılan gediklerden Sina yarım adasına aktı. Aynı anda Mısır’ın seçkin komandoları helikopterlerle İsrail mevzilerinin arkasına indirildi. Arap askerleri Sina yarımadasındaki İsrail birliklerine birbiri ardına ağır kayıplar verdiriyorlardı. Mısırlılar’la aynı anda Suriye ordusu da Golan tepelerine saldırıya geçmişti. Suriye’nin Sovyetler Birliğinden aldığı 100 Mig ve Sukhoi uçağı Golan tepelerine bomba yağdırıyordu. İsrail iki yönden de sıkıştırılıyordu. Saldırıdan altı saat sonra 33 bin Mısır askeri karşı kıyıdaydı. 18 saat sonra ise bu sayı 100 bine ulaştı. Arkada daha bir milyon asker hazır bekliyordu.

İsrail ordusunda saldırı olabileceğine ilişkin birkaç istihbarat raporu vardı ama bunlar önemsenmemişti. Yahudiler için en kutsal gün olan Yom Kippur’da yapılan saldırı sonucunda İsrail tam bir şaşkınlık ve dağınıklık içindeydi.

Halbuki İsrail’liler Süveyş kanalının doğusunda oluşturdukları savunma hattına çok güveniyorlardı. İsrail Arap ülkeleriyle girdiği hiçbir savaşı kaybetmemişti. 1967 yılındaki Altı Gün Savaşı sonucunda İsrail’liler tüm Sina Yarımadasını ele geçirmişler ve Süveyş’in doğu yakasında yıkılmaz denilen bir savunma hattı oluşturmuşlardı. Savunma hattına o sırada Genel kurmay başkanı olan general Barlev’in adı verilmişti. Kıyı boyunca doğan bir engel oluşturan yamaçlara ek olarak İsrail ordusu, yüksekliği 15 metre ile 25 metre arasında değişen kumdan setler oluşturmuştu. İsrail’liler setlerin arkasında her biri 4000 metrekare yer kaplayan küçük kalecikler inşa etmişti. Bu kalecikler betondan yapılmıştı ve aralarında demiryolu döşeliydi. Kaleciklerin tavanı 2 metre kalınlığında bir betonla kaplıydı. Kaleciklerin arasında tank mevzileri bulunuyordu. Bu mevzilere tırmanan tanklar kum setlerinin yüksekliğine ulaşabiliyordu. Kum setleri tankın gövdesini maskelerken tankın topuyla kanalın batı yakası güvenli bir şekilde topa tutulabiliyordu. Doğu yakasında petrol taşıyan boru hatları döşenmişti. Bir saldırı sırasında bu borulardan kanala napalm akıtılacak ve sonra da yakılacaktı. Böylelikle kanal, ortaya çıkacak 700 derecelik bir sıcaklıkla büyük bir mangala dönüşecekti. Savunma hattını gezen İsrail Savunma Bakanı Moşe Dayan büyük bir gurur ve kendine güvenle “Bu hatları aşmak ancak Amerikan ve Sovyet istihkam birliklerinin birlikte çalışması ile mümkün olabilir.” diyordu. Bir yıl önce burayı denetleyen bir Sovyet yetkilisi ise “Bu savunma hattını ancak bir atom bombası yok edebilir” diyordu.



Barlev hattının 3-5 kilometre gerisinde ise ikinci savunma hattı oluşturulmuştu. Buralarda radar istasyonları, birlikler, uçaksavar bataryaları vb. bulunuyordu.

Sonuç olarak düşman Barlev hattını geçene kadar İsrail çoktan saldırıyı karşılamaya hazır olacaktı.

Peki nasıl oldu da bu sağlam hat saatler içinde aşılabildi?

Bunun nedeni Arapların eskisine göre daha iyi bir komuta kademesine sahip olması, modern silahlara sahip olmaları, iyi bir hazırlık devresi geçirmeleri, düşmanı yanıltmaca taktiklerini ustaca kullanmalarıydı.

Komuta Kademesine İyi Subaylar Getirdiler

Mısırlılar ve Suriyeliler yaşadıkları yenilgilerden büyük dersler çıkarmışlardı. Yönetim kademesine yalnızca politik nedenlerle yapılan atamalara son verip komutanları yeteneklerine-becerilerine göre atamaya başladılar. Ama yine de yönetim kademesi İsrail ordusuna göre halen daha kötü ve daha deneyimsizdi. Bu da Yom Kippur savaşında sonradan İsrail’in avantajlı hale gelmesinin nedenlerinden birisi oldu. İsrail’in generallerinin çoğu 1948 yılından beri orduda savaş deneyimi olan, sürekli olarak savaşan kişilerdi. 1973 yılında dünyanın hiçbir ordusunda savaş deneyimi olan generallerin sayısı İsrail ordusundaki kadar çok değildi. İsrail subayları savaşı en ön saflardan idare ediyorlar ve kendilerinin gitmediği yere askerlerini göndermiyorlardı. Bunun sonucu olarak yaşanan savaşlarda çok sayıda subay da ölüyordu ama altlarındaki askerler her zaman üstlerine karşı büyük bir güven duygusu taşıyordu.

Sovyetler Birliğinden En Modern Silahları Satın Aldılar

Öç almak için yanıp tutuşan Mısır’lılar bu savaşa çok iyi hazırlanmıştı. Mısır’lılar destekçileri Sovyetler Birliğinden en gelişmiş silahları aldılar (uçaksavar bataryaları, uçaklar, tanklar vb.). Uçaksavar bataryaları savaşın ilk günlerinde, saldıran İsrail uçaklarına hayatı dar etti. İlk gün saat 22’ye kadar İsrail Hava Kuvvetleri 25 uçak kaybetti. Bu yüzden İsrail Hava Kuvvetleri komutanı Bejamin Peled uçaklara kanala 15 kilometreden daha fazla sokulmama talimatı verdi. Tanklar Sina yarımadasında güvenle ilerlemeyi sağladı. Askerlerin elindeki anti tank portatif silahlar 8 saat içinde 100 civarında İsrail tankını ve zırhlı aracını yok etti.

Yeni Bir İcat: Su Topları

Mısırlıların en büyük silahlarından birisi de doğu yakasındaki kum setlerini yok etmek için geliştirdikleri su toplarıydı. Avrupa’dan sulama amaçlı olarak alınan kuvvetli su motorları kanaldan aldıkları suyu kum setlerine püskürtmek için kullanıldı. Mısırlılar uzun bir süre boyunca bu motorları çöllerde gizlice test etmiş ve bu toplarla İsrailliler’in kum engellerini aşabileceklerini anlamışlardı. 350 adet su topu ile kum setlerini yıkıp önce 30 geçit açtılar. Bu rakam saat 22:30’da altmışa çıktı. Su topları ile toplam 90 bin metreküp kum püskürtülmüştü. Açılan gediklerden Mısır tankları kolayca geçebildi. Savaş öncesi çalışmalar meyvelerini cömertçe vermişti.

Düşmanı Yanıltmaca

Mısırlılar savaş öncesinde yanıltmaca taktiklerini ustaca kullandılar. Bütün hazırlıklar çok gizli yapıldı. Savaş hazırlıklarına ilişkin iletişimde elektronik cihazlar hiç kullanılmadı. Elektronik cihazlar kullanıldığında da çoğunlukla İsrail’lileri yanıltmak için kullanıldılar. Subaylara Umre izinleri aksatılmaksızın verildi. Ön saflardaki Arap askerlerinin disiplinsiz bir görüntü vermesi sağlandı. Öyle ki saldırıdan yarım saat önce bile kanalın batı yakasında silahsız ve miğfersiz dolaşan askerler görünebiliyordu.

Savaştan bir gün önce Sina yarımadasına indirilen Mısırlı komandolar kanalı cehenneme çevirebilecek petrol borularını kullanılmaz hale getirdiler. Hatta onarım için gelen bir İsrailli subayı da esir aldılar.

İsrailliler Kendilerine Çok Güveniyordu

İsrail ordusu o ana kadar elde ettiği zaferler yüzünden kendisine aşırı bir güven besliyordu. Şu anda İsrail’in başbakanı olan Ariel Sharon 1972’de şöyle diyordu: “İsrail şu anda askeri açıdan bir süper güçtür. Avrupa’daki orduların hepsi, istisnasız bizden zayıftır. Bir hafta içinde Bağdat’tan Cezayir’e, Hartum’a kadar olan toprağı fethedebilecek güçteyiz.” Bu güven, Barlev hattına duydukları sarsılmaz inançla birlikte yaklaşan savaşı görememelerine ve savaşın ilk günlerinde yenilmelerine neden oldu.

Amerikan Yardımı Durumu Değiştiriyor

İsrail’in yenilmesi ufukta göründüğünde (12 Ekim 1973) Amerika’nın İsrail’e yardımı başladı. Amerika bir hava köprüsü kurarak İsrail’e silahlar ve mühimmat yağdırdı. İsrail hızla kaybettiği araçların, uçakların, topların yerine yenilerini koydu. Zamanın genel kurmay başkanı olan David Eli-Azer anılarında Amerikan yardımı gelmeseydi büyük bir felaketin yaşanabileceğini söyler.

Amerika’nın yardımları silah ve mühimmat sağlamakla kalmadı. Uyduları ve sesten üç kat hızlı uçan casus uçakları yardımıyla bölgeyi fotoğrafladı ve Mısırlılar’ın her hareketini İsrail’e anında bildirdi. Bir Amerikalı general İsrail’e gitti ve Amerika’da hazırlanmış planları İsrail ordusunun hizmetine sundu.

Mısırlılar’ın Talihi Dönüyor

Mısırlılar ilk başta elde ettikleri avantajlı durumu devam ettiremediler. İlk olarak avantaj onlardayken durdular. Bu, İsrail ordusuna derlenip toparlanma, durumu gözden geçirip saldırıya hazırlanma olanağı verdi. Sonra da kötü durumdaki Suriye’ye yardım için ilk planlarının dışına çıkıp İsrail içinde fazla ilerlediler. Bu şekilde Sovyetlerden sağlanan uçaksavar bataryalarının kapsamı dışına çıktılar ve korumasız kaldılar. İki hafta içinde İsrail ordusu, Amerika’dan aldığı destek ile birlikte, her iki ülkeden gelen saldırıları durdurmuş ve karşı saldırıya geçmişti. Ariel Sharon’un önderliğindeki zırhlı birlikler Mısır’lıları önlerine katıp hızla Süveyş kanalını geçtiler ve Mısır’da ilerlemeye başladılar. Mısırlılar’ın hemen hemen bütün uçaksavar bataryalarını yok ettiler. Mısır ordularını çevirdiler. Mısır ordusu dağıldı. 22 Ekim’de ateşkes yapılmasaydı Ariel Sharon’un sözü haklı çıkabilir ve İsrail ordusu Mısır’ı işgal edip ötesine bile geçebilirdi.

Kayıplar
Yom Kippur savaşında İsrail 2378 asker, 102 uçak, 800 tank kaybetti. Mısır ve Suriye ise toplam olarak 19 bin civarında asker, 350 uçak, 1300 tank ve 11 gemi kaybettiler.

Mısırlılar ilk üç gün İsrail ordularını yendiler. Sonraki günlerse Mısır için yenilgi anlamına geldi. Tüm Mısır’ın işgali diğer devletlerin araya girmesi ve ateşkes anlaşması ile önlendi.

Hattı Müdafaa YararsızdırYom Kippur savaşı İsrail ordusunun yenilmez olduğu inancını yok ettiği gibi savunma hattına duyulan kör inancın bir başka yenilgisi olarak da tarihe geçti.

Kurtuluş Savaşı sırasında bir ara Yunanlılar Eskişehir üzerinden Ankara’ya doğru ilerler. Durum o kadar kötüdür ki Meclis’in Kayseri’ye taşınması bile planlanır. Meclis’te tepkiler serttir. Milletvekilleri ve bazı komutanlar niçin belirlenen savunma hattının korunmadığını sorarlar. Atatürk o zaman ünlü cümlesini sarf eder: “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır.” (Hat savunması yoktur, alan savunması vardır. O alan da bütün vatandır). Atatürk bu sözüyle bırakılamayacak hatların olmadığını, orduların gerektiğinde geri çekilmeyi bilmeleri gerektiğini söylemektedir. Önemli olan geçilmez denilen savunma hatlarına bel bağlamak değil, gücü toplayıp, gerekli hazırlıkları yapıp düşmanın saldırısını durdurmak ve saldırmaktır. Herhangi bir bölgeyi bırakılamaz, terk edilemez, ele geçirilemez olarak nitelemek saçmadır. Nitekim Türk orduları geri çekildikten sonra saflarını düzenleyip karşı saldırıya geçer. Önce Sakarya, sonra Başkomutanlık Meydan Muharebeleri ile kısa bir süre önce bıraktıkları alanları tekrar elde edip düşmanı yurttan kovarlar.

Tarih Atatürk’ün sözünü doğrulayan ve hat savunmasının yararsızlığını gösteren örneklerle doludur. İsrail’lilerin Barlev hattı gibi örnekler tarihte çoktur: Cengiz Han, geçilmez denilen Çin Seddi’ni geçmeye hiç kalkışmamış ve Çin Seddi’nin kuzeyinden dolaşarak Çin’e girmişti. Almanlar da yine geçilmez denilen ve Fransa-Almanya sınırında yer alan Maginot hattını geçmeye kalkışmamış, Fransa’ya Belçika üzerinden saldırmıştı.

Murat Yıldırımoğlu