Yazınızı gönderin yayınlayalım.

.gir .keşfet .paylaş

İspanya Donanması'nın Tarihi Değiştiren Hatası [1588]


"En koyu Katolik kral" olarak bilinen İspanya kralı II. Philip'in İngiltere'yi işgal etmek için bir donanma oluşturmasının son derece mantıklı nedenleri vardı. İngiltere bir Protestan ülkesiydi ve Henry'ye papa tarafından "İnancın Savunucusu" unvanı verilmişti. Politik açıdan İngiltere kolonileşmede ve ticarette bilinen İspanyol üstünlüğüne karşı gelişen tehdit edici bir güç haline geliyordu.

Daha yeni İspanya, İspanyol Hollandasındaki ayaklanmaları bastırmaya çalışırken İngiltere ile uğraşmak zorunda kalmıştı. Ayrıca başta Sir Francis Drake olmak üzere İngiliz korsanlar oldukça rahatsızlık verici bir hale gelmişlerdi. Drake, Panama'daki önemli bir İspanyol kolonisini yağmalamakla kalmamış, başka İngiliz korsanlarla birlikte İspanyol hükümetinin bütçesinin büyük bir bölümünü oluşturan altın ve platini taşıyan filodaki birkaç gemiyi ele geçirmişlerdi. 

İşgal planı basitti. Medina-Sidonia Dükü bir donanma kurmak için denizci toplayıp gemiler inşa ettirdi. Kırk savaş gemisi ve çok sayıda yemek ve su taşıyan nakliye gemisi yapıldı. Savaş gemileri yüksek kuleliydi ve düzinelerce kısa mesafeli ama güçlü topla donatılmıştı. Filonun asker mevcudu ise on dokuz bindi. 

Bu büyük güç İspanyol Hollandasındaki savaşta İspanyol ordularının başındaki Parma Dükü yönetimindeki daha büyük bir orduyla buluşacaktı. Donanmanın esas amacı bu orduyu gemilere alıp sonra da İngiltere'ye çıkarma yapmaktı. Eğer bu başarılırsa İngiltere'nin fethi işten bile değildi. 

İspanyol piyade birlikleri Avrupa'nın en iyi eğitilmiş ve etkili askeri gücüydü. Kılıç ve mızrak kullanımındaki becerileriyle tüm rakiplerini alt edebiliyorlardı. Sadece İsviçreli savaşçılar onlarla baş edebilirdi ve İngiltere ile İsviçre'nin müttefik olmaması büyük şanstı. Askerler kıyıya çıktıktan sonra İngiliz ordusunun fazla dayanamayacağı açıktı. Bu da İngiltere'nin hayatta kalabilmek için saldırıyı denizde, yani Manş Denizi'nde karşılaması gerektiği anlamına geliyordu. 

İspanyol donanmasını karşılamak için İngilizler çok daha büyük bir donanma inşa ettiler. Güney Umanlarında aşağı yukarı yüz altmış gemi vardı. Ama bunlar İspanyol gemilerinden çok farklıydı. Daha küçük ve daha ince gövdeliydiler. İngiliz gemileri hız ve manevra kabiliyeti düşünülerek yapılmıştı.

İspanyol gemilerinde ise güç ve atış önemliydi. İngiliz gemilerindeki silahlar da farklıydı. İngiliz topları uzun namlulu ve İspanyol toplarından daha küçük kalibreliydi. Daha uzun olmaları top mermisini daha uzun mesafeye atabilmeleri anlamına geliyordu ama bu mermiler kısa menzilli İspanyol toplarının mermilerinin yarısı kadardı. 

Yani İngilizler, İspanyolların menzili dışından onları vurabilecek ancak mermilerinin küçüklüğü nedeniyle kalın keresteden yapılmış İspanyol gemilerine fazla zarar veremeyeceklerdi. Küçük İngiliz gemileri zarar verebilecek kadar yakına geldiklerinde ise İspanyol toplarının menzili içine girmiş olacaklardı. Bir İngiliz gemisi İspanyol toplarından çıkan bir mermiyle bile batardı. Bu nedenle İngiltere'yi bu toplarla savunmak tartışılamazdı bile. 

İspanyol gemilerine Kanal'dan geçerlerken yanaşıp çıkmak da bir seçenek değildi. Çünkü herhangi bir İspanyol gemisine yaklaşacak bir İngiliz gemisi hemen öteki İspanyol gemileri tarafından alt edilirdi. İspanyol gemileri birbirine çok yakın ilerliyorlardı. İngilizler İspanyolları saatlerce devamlı ancak etkisiz bir ateş altında tuttularsa da İngilizlerin Charles Howard tarafından kumanda edilen uzun menzilli atışları İspanyol donanmasının dizilişini bozamadı. Ayrıca büyüklükle ilgili bir sorun da vardı. İspanyol gemileri, İngiliz savaş gemilerinden daha yüksekti ve içlerinde savaşa hazır on dokuz bin asker vardı. 

İngilizler İspanyol donanmasını Hollanda'ya doğru ilerleyip Parma'nın ordusuyla buluşmaktan alıkoyamadı. İspanya'nın kaybı çok küçüktü. Zaten o anda İngiliz donanmasını yenmeleri gerekmiyordu. Parma'nın ordusunu İngiltere'de karaya çıkarmak bir İspanyol zaferinin garantisi olacaktı. İşler yolunda gidiyordu ve Medina-Sidonia Dükü de bu planın başarılı olacağına inanıyordu. Ancak bu inanç donanma Hollanda'ya ulaştığında ve Parma'nın askerlerinin gemilere çıkmak için hazır olmadıklarını gördüğünde kayboldu. Zamanlama uymamıştı. Parma'nın kumanda ettiği binlerce askerin onları bekleyen gemilere binmesi birkaç gün alacaktı. 

Yaklaşan sert havadan korkan İspanyol donanması Calais limanı yakınlarında kıyıya demirledi. Donanma yaklaşmaya cesaret edebilecek İngiliz gemilerini püskürtmeye hazır bir şekilde yerleşti. Bu gecikme İngilizlere dönemin klasik silahı olan ateş gemileri hazırlama fırsatı verdi. 

Donanmanın demir atmasından bir gün sonra, 7 Ağustos 1588'de sekiz ateş gemisi İspanyol donanmasına süzülmek üzere yola çıktı. Ateş gemileri, ateşe verilmiş sıradan gemiler değildi. Gemilerin ahşabı ve yelken bezleri ne kadar kolay yanan maddeler olsa da, o dönemde İngilizlerin kullandığı ateş gemileri baştan aşağı zift, katran ve başka yanıcı maddelerden yapılıyordu. Ayrıca içinde bu maddelerden olan variller güvertede kırılarak bırakılıyor ve ateş yakıldıktan sonra gemilerin söndürülmesi imkansız hale geliyordu. Düşmanların ateş gemilerini çekmemeleri için de ateşler içindeki gemilere toplar yerleştiriliyordu. Gemiciler bu ateş gemilerinin mürettebatı arasında olmaktan tabii ki hoşlanmıyorlardı. 

Ateş gemisiyle yapılan saldırıda yelkenleri geminin hedefe doğru gitmesi için rüzgara göre sabitlenirdi. Sonra mürettebat gemiyi ateşe verir ve küçük teknelerle gemiyi terk ederdi. Bazen rüzgar ateşi söndürse de şans bu kez İngilizlerden yanaydı. 

Sekiz ateş gemisi sıkı sıkıya kilitlenmiş İspanyol donanmasına ulaştığında panik baş gösterdi. Ateşten sadece birkaç geminin zarar görmesine rağmen İngilizleri uzak tutan o disiplinli düzen bozuluverdi. Gemiler kanala gelişi güzel yayıldı ve birkaç küçük İngiliz savaş gemisi İspanyol gemilerini tek tek sardı. Böyle bir karışıklıkta hız ve manevra kabiliyeti yüksek İngiliz gemilerinin büyük avantajı vardı. Gece çöktüğünde bir düzineden fazla büyük savaş gemisi imha edilmiş ve İspanyol donanmasının gemileri geniş bir alana dağılmıştı. 

Hala yüzden fazla İspanyol gemisi vardı ve bu gemilerin barut ve mermileri azalmış olsa da İngilizlere güçleri yeterdi. Bu arada İspanyollar bilmiyordu ama İngilizlerin barut ve mermileri kalmamıştı. Sonuç olarak İngilizler geri çekilmek zorunda kaldıklarında İspanyol donanmasının geri kalanı tekrar bir araya gelmeyi başardı. 

Şimdi, bu hikayenin burada yer almasının nedenine gelelim. Medina-Sidonia Dükü bir denizci değildi ama gerçekten zorlu bir durumla karşılaşmıştı. Donanmanın gücü yerindeydi ancak barut ve cephane azlığı İngilizlerle tekrar karşılaşmalarını zorlaştırıyordu. O civardaki tek büyük limandan çıkarılmışlardı ve hava bozuyordu. Kayalık kıyılarıyla Manş Denizi fırtınadan saklanılacak bir yer değildi. Ayrıca artık Parma Dükünün ordusunu karaya çıkarma umudu kalmamıştı.

En iyi karar, açıkça görülüyor ki, İspanya'ya geri dönmek üzere yelken açmak olurdu. Kışın daha çok gemi inşa edebilir ve baharda tekrar deneyebilirlerdi. Ne yazık ki, İngiliz donanması hala kanalda İspanyolların biraz aşağısında bekliyordu. Onların da kaybı vardı ve Dük tüm cephanelerini bitirdiklerini bilmiyordu. Böylece yapılacak en iyi şeyin kuzeye yelken açıp İngiltere ve İrlanda'yı dolaşarak güvenli bir şekilde eve dönmek olduğuna karar verdi.

İspanyolların kararı bazı karışıklıklara yol açtı. Gemiler denizci ve asker doluydu. Kısa süre içinde yiyecek sıkıntısı başladı. Yelken açtıkları sular İspanyol kaptanlar için yabancıydı. Bilmedikleri balık sürülerine karşı kıyıdan uzak, açıkta seyretmek zorunda kalıyorlardı. Vahşi Kuzey Denizi sakin Akdeniz suları için yapılmış yüksek İspanyol gemileri için uygun bir yer değildi.

İberya'nın ılık havasına alışkın adamlar donarak ölme tehlikesiyle karşı karşıya kalmışlardı. Bu sorunların tümünün de Ötesinde, çıkan ve iki hafta süren fırtına İngiliz donanmasının yapamadığını başardı. İspanyol donanmasının gemilerinden yarısından fazlası kayalık İskoçya ve İrlanda kıyılarına sürüklendi. Gemilere bir şey olmadıysa da yüzlerce asker ve denizci öldü. 

Donanmadan geri kalanlar İspanya'ya döndüğünde Avrupa'nın en büyük gücü olan İspanya'nın çöküşünün başladığı henüz daha fark edilmemişti. İngiltere artık gemilerinin ülkeyi İspanyol donanmasına karşı koruyabileceğini bilerek daha saldırgan ve kendinden emin hale gelecekti. II. Philip ise bir donanma kurmak için Yeni Dünya'dan, Amerika'dan çaldığı paraları çarçur edecekti. 

İki yüzyıl sonra İngiltere, üzerinde güneş batmayan "Büyük Britanya İmparatorluğu" olurken İspanya ise Avrupa'da önemsiz bir devlet olacaktı. 

Donanma güneye doğru ilerlese ve İngilizlerin ateşsiz kalmış gemileriyle karşılaşsa İngilizler pek bir şey yapamayacaklardı ve işgal tehdidi etkili olmaya devam edecekti. Ancak İspanyol Düküne kuzeye yelken açmak iyi bir fikir gibi gelmişti. Bu fiyasko tarihin akışını değiştirdi.

"Hasta adam" mı Aslan Terbiyecisi mi, Kut’ül-Amare Zaferi

Karikatürde Kut’ül-Amare'de Türk ordusuna ağır bir şekilde yenilen İngiltere yaralı aslan olarak tasvir edilmiştir.

1914 yılı sonlarında İngiltere, Irak’a asker çıkararak saldırıya geçti. Fazla bir mukavemetle karşılaşmadan ilerleyen General Charles Townshend komutasındaki İngiliz-Hint ordusunu, Albay Sakallı Nureddin Paşa, Selman-ı Pak’ta karşıladı. Bu sırada Mirliva Halil Paşa komutasındaki kolordunun yetişmesiyle General Townshend, etrafı Dicle Nehri ile çevrili Kut’ül-Amare’ye çekilmek zorunda kaldı. Burada Osmanlı ordusu tarafından kuşatılarak kapana kıstırılan kuvvetlerini kurtarmak için İngiliz Genel Karargâhı’nın yaptığı üç taarruz da büyük kayıplar ve fiyaskoyla sonuçlandı. 

Yaklaşık 5 ay süren kuşatmanın ardından, 29 Nisan 1916’da 5 General, 481 subay ve 13 bin 300 İngiliz-Hint askeri Osmanlı birliklerine teslim oldu. Tarihe, “Kut’ül-Amare Zaferi” olarak geçen savaş sırasında İngilizler, 30 binden fazla kayıp ve esir verdi. “İkinci Çanakkale” olarak da anılan ve gölgede kalan bu başarı İngiltere askeri tarihinin en aşağılık şartlı teslimi olarak tanımlandı. 

Bu olay yerli-yabancı basında geniş yankı uyandırdı ve bir Alman karikatürüne böyle yansıdı. “Avrupa’nın hasta adamı Aslan terbiyecisi gibi” başlıklı karikatürde muzaffer Mirliva Halil Paşa, Türk bayrağını tutarken, yaralı İngiliz Aslanı sargılar içerisinde uzaklaşırken tasvir ediliyor.

İngiltere'nin Kıbrıs'ı İlhakı / İşgali

Osmanlı Kıbrıs'ı
19. yüzyıl, Osmanlı Devleti’nin yıkılmasına ve dağılmasına yönelik içeriden ve dışarıdan yapılan yıkıcı faaliyetler ile geçmiştir.Bu yıkıcı faaliyetlerin en önemlilerinden biri de 93 Harbi'dir. 1877-1878 Rus Harbi de denilen bu savaş sonucunda Rus askerlerinin İstanbul-Yeşilköy'e kadar gelmeleri,topraklarında menfaati olan İngiltere'yi harekete geçirmiştir. Akdeniz'de ekonomik menfaatleri olan İngiltere, Hindistan'a giden en kısa yol olan Süveyş Kanalı'nı ve Doğu Akdeniz'i kontrol etmek için Kıbrıs'ı ele geçirmek gerektiğine inanıyordu.Çünkü İngiltere için Kıbrıs, Atlantik Okyanusundan Hint Okyanusuna kadar uzanan bu deniz yolu üzerinde, Cebelitarık ve Malta'dan sonra Akdeniz’deki üçüncü bir iskele ve üs durumundaydı. Hindistan yolunu ekonomik, siyasî ve askerî denetim altına almak açısından Kıbrıs İngiltere için önemli bir kaleydi.


İngiltere Kıbrıs Yüksek Komiserliği Bayrağı

İngiltere'nin Asya'daki en önemli rakibi olan Rusya'nın, 93 Harbi neticesinde imzalanan Ayastefanos Antlaşması ile Osmanlı üzerinde elde ettiği haklar, iki büyük güç arasındaki dengeyi bozacak nitelikteydi.Bunun üzerine İngiltere, Rusya'nın Ayastefanos Antlaşması ile elde ettiği etkinliği azaltmak üzere siyasî ve askerî girişimlerde bulunmaya başlamıştır. Bu girişimlerin sonucunda Ayastefanos Antlaşmasının tadili maksadıyla uluslararası bir kongrenin, Berlin Kongresinin toplanmasına karar verilmiştir.

Yeşilköy'e kadar ilerlemiş olan Rus kuvvetlerinden, İngiltere Hükûmeti çıkarları açısından tedirgin olmuştur. Rusların Anadolu içlerine doğudan da saldırması ihtimalini gündeme getiren İngiltere; Kars, Ardahan ve Batum’u işgal eden Rusların, Anadolu’daki gayrimüslimleri ve Suriye-Irak bölgesindeki ahaliyi Osmanlı Devletine karşı kışkırtabileceğini belirtmiştir. Böyle bir durumun Osmanlı Devleti’nin sonu olacağını İngiltere Hükûmeti Osmanlı Devletine tebliğle bildirmiştir. Bu durum karşısında çözümün Türk-İngiliz ittifakı olduğunu belirten İngilizler, bunun karşılığında Osmanlı Hükûmetinden iki talepte bulunmuştur.


İngilizlerin birinci talebi Asya’da bulunan Hıristiyan ve sair tebaanın hâlini ıslah için Osmanlının teminat vermesidir. İkinci talep ise, İngiltere’nin Rusları işgal ettikleri yerlerden çıkarmak ve Osmanlı topraklarını tecavüzden korumak taahhüdünü yerine getirebilmesi amacıyla İngiltere’ye, Suriye veya Anadolu sahillerine yakın bir yerin verilmesidir.

1878'de Kıbrıs'a İngiliz bayrağının çekilmesi
İngiltere bu yerin Kıbrıs adası olduğunu Osmanlı Hükûmetine verdiği tebliğde belirtmiştir. Tebliğde; Kıbrıs’ın Osmanlı Devletine ait olacağını, vermekte olduğu vergiyi Osmanlı Hazinesine ödemeye devam edeceği, sadece askerî ve stratejik mülahazalarla İngiltere tarafından kullanılacağı belirtilmiştir. Rusların işgal ettikleri yerlerden çekildikleri vakit İngiltere’nin de Kıbrıs’tan çekileceği taahhüt edilmiştir. Tebliği Sultan II. Abdülhamit’e ileten İngiliz elçisi Hariciye Nazırının itirazı üzerine, “Eğer Osmanlı Hükûmeti bu antlaşmayı kabul etmezse kongrede (Berlin Kongresi) barış şartlarını değiştirmeye İngiliz murahhısları çalışmayacak ve İngiliz Devleti donanması kuvvetiyle cebren Kıbrıs’ı işgal edecektir” demiştir. Bu durum üzerine Padişah II. Abdülhamit, “Hukuku şahaneme asla halel gelmemek şartı ile muahedenameyi tasdik ederim” notunu metne yazarak, muahedeyi tasdik etmiştir. Bu durum tahlil edilirken, Rus kuvvetlerinin Yeşilköy’e kadar geldikleri ve ani bir baskınla İstanbul’un tamamını ele geçirebilme ihtimalleri göz ardı edilmemelidir.

Ancak durum Osmanlı Devleti'nin I.Dünya Savaşına girmesiyle değişti.Savaşın başlamasını müteakip 5 Kasım 1914 günü, İngiltere Bakanlar Kurulu, hem Osmanlı Devletine resmen savaş ilânı hem de Kıbrıs' ı ilhak kararı almıştır.



Kabine toplantısında alınan kararda Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında başlayan savaş nedeniyle 1878 Antlaşmasının geçerliliği kalmadığı belirtilmekte ve şöyle denilmektedir: “Yukarıda belirtilen tarihten itibaren Kıbrıs adası ilhak edilecek ve Majestelerinin mülkünün bir parçası haline gelecektir. Bu kararnâme, 1914 Kabinesinin Kıbrıs'ı ilhak kararı adını taşıyacaktır."Bu karar tek taraflı idi ve 1878 Antlaşmasına ve uluslararası hukuka aykırı, yasa dışı bir karardı. 1914 ilhakı ile beliren bu yeni durum karşısında İngiliz uyruğu (tebaası) olmak istemeyen bir kısım Türk, Kıbrıs'tan ayrılarak Anavatan Türkiye'ye göç etmiştir. Böylece 1878'de başlayan nüfus dengesindeki bozulma 1914'te daha büyük göçlerle devam etmiştir.

Yararlanılan Kaynak:
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Kuruluşuna Kadar Kıbrıs Meselesi / Yavuz GÜLER /Gazi Üniversitesi