Yazınızı gönderin yayınlayalım.

.gir .keşfet .paylaş

Tarihten Kısa Kısa

Pin It

Son Halife'nin Paris'te kalan naaşı


Son halife Abdülmecid Efendi, 23 Ağustos 1944'te Paris'te sürgündeyken vefat etti. Hem vasiyetine hem de kızı Dürrişehvar Sultan'ın Berar Prensesi sıfatıyla ısrarlı girişimlerine rağmen naaşı Türkiye'ye defnedilmedi, buna bir türlü izin çıkmadı. Paris Camii'nde tam 10 yıl bekleyen naaşı, cami yönetiminin daha fazla bekletemeyeceklerini söylemeleri üzerine Medine'deki Cennetü'l-Bâki kabristanına defnedildi.

Profesyonel bir ressam olan Abdülmecid Efendi, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'nin kurucuları arasındaydı. Tabloları ilk kez 1986'da İstanbul’da özel bir galeride sergilendi. Ayrıca dönemin en önemli entelektüelleri arasında gösterilen Abdülmecid Efendi, batı müziğiyle de ilgilenmiş, konçertolar bestelemişti.


(İlber Ortaylı, Milliyet, 02.12.2007)


Bir Ermeni'nin gözünden Osmanlı


Alexander Watkins Terrell anlatıyor... (1827-1912)

"Tatarlar ve Perslerin sürekli işgalleri altında ezilmiş olan Ermeniler, kitleler halinde göç etmeye başladılar ve Osmanlı idarecilerinden korunma elde ettiler. Onlara nazikçe ve misafirperverane davranıldı.

Sürekli olarak savaş içerisinde olan hiçbir ülke, endüstriyel ve ticari bir arayışın peşine düşemez. Bu yüzden sultanlar hep fetihle meşgulken, birçok ticari alanlar ve üretim alanları Hıristiyanlar, başlıca da Ermeniler tarafından tekelleştirildi. Dinlerine karşı da hoşgörü gösterildi; Müslümanlar Allah'a ibadet eden bütün dinlere karşı müsamahakardır. Böylece Ermeniler gelişti ve dört yüzyıl boyunca Osmanlı idaresi altında kaldılar. Osmanlı Devleti'nin bankacıları, üreticileri ve müteahhitleri oldular. Tarihi kiliselerinde ve manastırlarında açık bir şekilde ibadet ettiler, ihtiyaç olduğunda da yeni ibadethaneler inşa ettiler..."


(Yedikıta Dergisi, Temmuz 2012, Syf: 80.)


Bismarc'ın  2. Abdülhamit yorumu


"Sultan Abdülhamid, Avrupa'da bir hasta olarak ele alınmaktadır. Fakat bana göre, Haliç kıyılarında bulunanların hepsinden daha yüksek bir diplomattır. Ona karşı adilane hüküm verilmediği kanaatindeyim."


Almanya Başbakanı Otto von Bismarck

(1815-1898)


Osmanlı Dönemi'nde kürtaj 


Osmanlı İmparatorluğu'nun 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren savaşları kaybetmesinin önemli sebeplerinden biri de nüfusunun düşmanlarından daha az artmasıdır. Nüfusun azalması yüzünden hem ekilecek topraklar boş kalmış hem de orduya istenilen sayıda asker toplanamamıştır. Savaşlardan, hastalıklardan ve kaybedilen topraklardan dolayı azalan Osmanlı nüfusunu artırmak için Avrupa'dan göçmen getirilip, Türkiye'ye yerleştirilmesi bile düşünülmüştü.

Hem İslam hukukuna göre yasak olması hem de nüfusun azalacağına sebep olacağı için ıskat-ı cenin, yani çocuk düşürme Osmanlı döneminde yasaktı. Nüfusun azalmasının devletin gücünün azalmasına sebep olacağı düşünülüyordu. Ve son derece haklıydılar. Böyle bir eylemin ilahi iradeye karşı gelmek olduğuna inanılırdı. Ayrıca bu durum sadece Müslümanlar için değil Yahudi ve Hristiyanlar için de geçerliydi. Iskat-ı cenin üzerine Mustafa Öztürk, Ahmet Hezarfen, Akşin Somel, Belkıs Konan, Fatma Şimşek, Güven Dinç ve Haldun Eroğlu gibi birçok araştırmacı tarafından belgelere dayalı araştırmalar yapılmıştır.





(Erhan Afyoncu'nun Bugün'deki 03.06.2012 tarihli yazısından)


Osmanlı'nın Rönesansa etkisi


Hiç bilinmeyen bir şey, Osmanlı Türklerinin, Rönesans'ı başlatan fikir hareketine önemli katkı yapmalarıdır.

O zaman Osmanlı'da İbn'ül Arabi'den gelen Eflatun felsefesini takip eden bir fikir muhiti vardı.Gemistos Plethon, tahsilini Yahudi ve Müslümanların bir arada bulunduğu bu felsefe muhitinde aldı. Plethon Edirne'de Murad'ın sarayında da bulunduktan sonra bu felsefeyi temsil eden bir insan olarak Floransa'ya yerleşti ve öğrendiği felsefeyi en geniş bir şekilde temsil etti. Bu felsefe Floransa'dan Almanya'ya, İngiltere'ye intikal etti. Türkiye'den giden Yunanlı filozof, alim, filologlar sayesinde İtalya'da yeşeren serbest düşünce Hıristiyanlığın hurafelerle bozulmuş şeklini, papanın bütün otoritesini yıktı. Erasmus bu felsefeden faydalanarak İncil'i yeniden yazdı. Luther, Almanca'ya tercüme edilen bu İncil'i okudu. Böylelikle Batı'da, yeni tenkitçi dönem yer bulmaya başladı. Fransa'da bu felsefeyi okuyarak bir Descartes yetişti. Bugün bilim adına ne varsa bu fikirlerden kaynaklanır.


(Halil İnalcık Sabah, 11.06.2012)


Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun dağılışı


Avusturya-Macaristan savaşçı hükümdarların değil, evlenen hükümdarların kontratla meydana getirdikleri bir tarihi birlikti: "Bella gerant alii, tu felix Austria nube / Bırak başkaları savaşsınlar, sen ey mesut Avusturya evlen" 

Avusturya büyük dükalarının en son kazançlı evliliği Macaristan tacına bağlı ülkelerdi. Ne var ki, 1526 temmuzunda Mohaç’ta zafer kazananMuhteşem Süleyman bu ülkeleri kendi hakimiyetine alınca Avusturyalılar, Macaristan’a yerleşmek için 160 sene bekledi. 1686’dan sonraki Avusturya ve Macaristan tarihi de ayaklanmalarla geçen bir başka 170 yıl oldu. Macarlar 19’uncu yüzyıl Avusturya’sını fena sarstı.

Bu yorgun bünye sonunda ünlü hukukçu politikacı Ferenc Deak’in bir eşitleme modeline göre yeniden kuruldu. Viyana’daki Habsburglu imparator aynı zamanda Budapeşte’de Macaristan Kralı olarak taç giydi. Dışişleri, bir ölçüde ordu ve maliye dışında her şey ayrıydı. Meclisler, hükümetler, hatta içişleri bakanlıkları... Maliye bugünkü Avrupa Birliği’ne benzeyen bir ortak emisyon ve vergi politikasıyla müşterekti. Orduda da İmparatorluk-Krallık kuvvetleri ve bahriye ile filolarda aynı ayrım gözlenebiliyordu. Hatta 1878 Berlin Kongresi’nden sonra işgal edilen ve 1908’den sonra da resmen ilhak edilen Bosna-Hersek dahi ne Avusturya İmparatorluğu’na ne de Macar Krallığına aitti, müştereken yönetiliyordu.

Daha doğrusu yönetilmiyordu, memurlar birbirleriyle rekabet içinde zıt politikalar güdüyordu.

Macarlar ve Avusturyalılar sanatta ve ilimde birbirleriyle yarışacak değerlere sahip iki kavimdi. Gene de iki taraf birbirini köylü olarak görüp küçümserdi. Macarları çok seven İmparatoriçe Sisi’yi birtakım Avusturyalılar ‘folklör düşkünü’, bir takımı da Macar asıllı hariciye nazırı Kont Gabor Andrassy’e âşık olduğu için ‘Macarcı’ diye nitelerdi. Birbirlerini köylü diye küçümseyen bu imparatorluğun iki unsuru arasında asıl burjuvalar Çeklerdi. Onlar da bu imparatorlukta kalsınlar mı yoksa ayrılsınlar mı, karar veremiyorlardı. Macar subayın, sanatçının, kapitalistin Avusturyalı subaydan, sanatçıdan, kapitalistten nefret ettiği bu imparatorlukta gelişme oranları bile farklıydı. Macar ziraat ve sanayii daha hızlı büyürken Avusturya durgunluğa düşmüştü. Çekler ise ağır sanayi ülkesi olmanın gururu içindeydi.

İlber Ortaylı

İdama mahkum edilen Genel Kurmay Başkanı


Rüştü Erdelhun'un suçu, darbeye katılmamak ve bütün gücüyle engellemeye çalışmaktı! 1960 yılında Genelkurmay Başkanı darbeye katılmadığı için tutuklanmıştı.

27 Mayıs günü ilk tutuklananlardan biri de Genelkurmay Başkanı olur. 3 Haziran günü orgenerallikten erliğe tenzil-i rütbe ettirilir ve Yassıada'ya postalanıp idamla yargılanacaklar arasına katılır. Nihayet 15 idam kararı çıkar ama aralarındaki tek Demokrat Partili olmayan isim, bir generaldir: Rüştü Erdelhun. O da diğerleri gibi elleri kelepçelenerek İmralı'ya götürülür ve ölüm hücresine konulur. Sessizce kaderini beklemektedir. İdamlar gerçekleştikten sonra affedildikleri bildirilir ve Kayseri Hapishanesi'ndeki çile günleri başlar. 9 Kasım 1983 günü vefat edene kadar da çekildiği köşesinden Türkiye'nin nereden nereye geldiğini izlemekle yetinmiştir.

Rüitü Erdelhum'nun darbe öncesi bir açıklaması


"Parti mücadelesine ordu karışmamalı, tarafsız olmalı. Silahlı gruplar millet otoritesi ve esasına dayalı hükümet icraatlarına mani olmamalı. Silahlı Kuvvetler'in siyasete karıştırılmaması gerektiği bilinmelidir. Türkiye ve Türk milleti Müslüman'dır. Türk askerinin şiarı, devletin, hükümetin ve Genelkurmay'ın personeli olmasıdır. Ordunun görevleri hükümetin siyasetini temin ve ülkenin huzurunu temindir. Bir memlekette her şey kanun ve adaletle olacak. Ordu birkaç yüz mektep talebesinin veya sokak maiyetinin bir kahramanı olmayacaktır. Siyasete karışmayın. Ordu ancak hükümetin emrinde devletin nizamını korumaya memurdur."


Gizlenen Tarihimiz'den faydalanılmıştır.

Bu sayfaya link ver !

0 yorum:

Bu sayfada bir iz bırakın, yorum yapın !