Osmanlı'da Memur Maaşları

1593 yılından günümüze kadar, Türkiye’de memur maaşları sürekli indi, azaldı, küçüldü, ufalandı, nihayet devlet haysiyetiyle bağdaşmaz derekeye düştü.  Zira tıpkı vaktiyle olduğu gibi, bugün de memur sayısı çok arttı. İstihdam politikası vasıtası hâline geldi, rasyonelliğini kaybetti. Tabiatıyla, tıpkı eskiden olduğu üzere, memur kalitesi de düştü. Hem yüksek bürokraside, hem yeni girişlerde…
Buna rağmen imparatorluk, denebilir ki yıkılışına kadar, memuruna, devletin prestijini koruyacak derecede maaş vermeye gayret etti. En gelişmiş ve zengin devletlerle Osmanlı’daki maaş farkları büyük değildi. 1900 yılında en büyük devlet olan İngiltere’de, korgeneral maaşı 165 altın, Osmanlı’da 100 altın idi. Albay, İngiltere’de 27- 32, Osmanlı’da 25 altın alıyordu.
Ancak küçük rütbelerde Osmanlı, artık Batı ile dengeyi tutturamıyordu. Önyüzbaşı Osmanlı’da 12, İngiltere’de 20-25,5 yüzbaşı Osmanlı’da 5, İngiltere’de 17- 19,5, üsteğmen Osmanlı’da 2,5, İngiltere’de 9,5-11, teğmen Osmanlı’da 2, İngiltere’de 7,5-9,5 altın maaşlı idi.


Osmanlı’da sivil bürokrasi de, üniformalı bürokrasi gibi rütbe taşıdığı için, mülkiye ve ilmiye sınıflarındaki eşit rütbe sahibi görevliler, aynı durumda idiler.
Sadırâzam (imparatorluk başbakanı) maaşı, Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde, daha önceleri de olduğu gibi, değişiktir. Her sadrıâzam atanmasında, maaşı da belirtilirdi. Bu son dönemde en düşük sadrıâzam maaşının 250 altın,  en yüksek maaşın ise 2.500 altın olduğu görülür. O dönemin 1 altını, bugünün 1 altını değildir. Hayat ve bütün zarurî maddeler, kira ve mülk fiyatları çok düşüktür. 1 altının son Osmanlı dönemindeki satınalma değeri hakkında bir fikir edinmek için, yaklaşık 7 gram altın olan 1 altın liranın bugünkü değerini 2,5 ile çarpmak tavsiye edilebilir.
Osmanlı İmparatorluğu, dost devletlere sürekli para, mal, silâh yardımı yapmıştır. 1854′e kadar tek kuruş dış borçlanmaya girmemişken, bu tarihten itibaren Avrupa devletlerine borçlanmaya başlamıştır. Dış borç ve faizlerinin, buna ilâveten savaş tazminatlarının ödenmesi, son yarım asrında Osmanlı maliyesini bunaltmıştır.
Bütün bu faktörlere rağmen Osmanlı, 1912 Balkan felâketine kadar, ucuzluk, bir ölçüde refah içinde yaşadı. 1843′te imparatorluğun en pahalı şehri olan İstanbul’da, bir kişi, 10 para ile günde 3 öğün yemek yiyebilmektedir (Gerard de Nerval, s. 60, 66). 10 para, 1 altının 400′de biridir.  Birkaç altına gene İstanbul’da, hiç de kötü bir semtte olmamak üzere, müstakil ev satın alınabilmektedir.
1908′de Temmuz ayında başlayan enflasyon, 1912 Ekimi’ne kadar hafif bir seyir takip etti. Ekim 1912-Mayıs 1913 yükselişi büyük oldu ve halkın canı yandı.  Mayıs 1913-Temmuz 1914′te tekrar hafifledi. Temmuz-Kasım 1914 arasındaki 3,5 ay içinde yüzde 50 oldu ki, yıllık hesaplanırsa korkunçluk derecesi anlaşılır. Artık Osmanlı, dönüşü olmayan bir yola girmişti.  Yöneticilerinin kısır görüşlülüğü yüzünden Birinci Cihan Savaşı’na (1914-18) bulaşmıştı. Halkta, yönetime güven kalmadı. Altını olan, yatağının altına attı. İhtikâr ve bir kısmı adetâ devletin himayesinde olmak üzere korkunç yolsuzluklar oldu.1913′te şekerin kilosu 20 paraya (1 altının 200′de 1′i) çıktığı zaman, halk feryadı bastı. 1916 Ağustos’unda francalanın kilosu 16 kuruşa fırladığı zaman ise, artık ses seda çıkmadı.  Zira 16 kuruş verecek o kadar az insan vardı ki…    Pahalılık, sosyal âfetleri başlattı. İstanbul orta sınıfında ahlâkî çöküntü başladığı işitildi. O orta sınıf ki, dürüstlük bakımından, yüksek sınıftan çok daha titizdi. Anlı şanlı vezir ve kazasker ailelerinin kızlarının, nereden çıktığı belirsiz, dedesinin adını bilmeyen savaş zenginleri ile evlendikleri görüldü. Verem ve dizanteri dehşet saçmaya başladı…
1911-1922 sürekli savaşlar döneminde, hangi devletlerle savaştığımızın listesi bile bugünkü nesil için şaşırtıcıdır: İtalya, Karadağ, Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan,  İngiltere, Fransa, Romanya, Rusya, Ermenistan, Avustralya, Yeni Zelanda, Kanada, Güney Afrika… Listenin eksikliği için sevgili okuyucularımdan özür diliyorum.

1 yorum: