Sırp İsyanı

Osmanlı İmparatorluğu’na 15. yüzyılın ortalarında katılan Sırbistan’da, İmparatorluğun diğer yerlerinde olduğu gibi, âdil bir yönetim kurulmuştu. Sırp halkı, genelde tarımla uğraşmakta olup, toprağına sahipti. Kendi diliyle konuşur, kendi inancına göre ibadet ederdi. Büyük Osmanlı İmparatorluğu’nun sağladığı güven ve olanaklarla rahatça ve dönemine göre çok iyi bir hayat yaşardı. Bölgede 18. yüzyılın ortalarına kadar önemli bir olay görülmemişti. Ancak bu tarihlerden itibaren Avusturya ve Rusya ile Osmanlı Devleti arasında yapılan savaşlarda Sırbistan’ın zaman zaman savaş alanı olması, bu iki devletin Sırplar’ı ayaklandırmak için propagandaya girişmeleri ve ulusçuluk düşüncesini bunlar arasında yaymaları, buradaki güvenli ve huzurlu havayı bozdu. Sırplar arasında Avusturya ve Rusya’ya meyledenler çoğalmaya, hatta bunların ordularında askerlik yapanlar bile çıkmaya başladı.

Yakınçağ başlarına gelindiğinde, Osmanlı İmparatorluğu, büyük iç ve dış sorunları dolayısıyla, Sırbistan’da meydana gelen gelişmelerle gereği gibi uğraşamamıştı. Bu da, bu eyalette daha önce kurulmuş bulunan düzenli yönetimin bozulmasına yol açmıştı. Bu sıralarda Osmanlı Hükümeti, başkent olan İstanbul’da bile doğru dürüst düzeni ve adil bir yönetimi sağla-yamıyordu. Üstelik Sırbistan İstanbul’a da yakın değildi. Bu sıralarda Rumeli’de daha çok ayanların, dağlı eşkiyanın sözü geçiyordu ve bu durum Sırbistan’ı da etkiliyordu. Türk ve İslâm olan bu ayanlarla eşkiyanın devlete karşı başkaldırmaları, durumlarından memnun olmayan Sırplar’a örnek oluyor ve kendilerinin yapacağı hareketler için cesaret veriyordu.



Sırbistan’da durumun bu şekilde bozulması üzerine, Müslüman halk da belli ve büyük kalelere toplanmaya başlamıştı. Bu kalelerde muhafızlık görevi yapan Yeniçeriler, Müslüman ve Hıristiyan bütün halka kötü davranıyordu."Dayı" adını alan Yeniçeri ileri gelenleri, zamanla valilerin nüfuzlarını bile ellerinden almışlardı. Eyalette tam anlamıyla keyfî bir yönetim kurmuşlardı. Bunda şüphesiz ki devlet merkezinin otoritesinin zayıflaması da önemli rol oynamıştı. Üstelik Sırbistan’da durumun bu hale geldiği sıralarda, yabancı devletlerin bölgede, öteden beri yapmakta oldukları propaganda ve kışkırtma hareketleri de yoğunlaşmıştı. Sonuçta, yerli Yeniçerilerin ve ayanların artan baskıları ile ağır vergiler Sırpların devlete karşı baş kaldırmalarına yol açtı.

Sırp ileri gelenlerinden bir heyet, eyalette özellikle Yeniçerilerin yaptıklarını şikayet için İstanbul’a gelip III. Selim’in huzuruna çıkarak, durumu anlattılar. Padişah da, şikayet edilen hususların giderilmesi için gerekli emirleri verdi. Ancak Sırbistan’daki Yeniçeri "dayıları", kendilerini padişaha şikayet etmelerine kızarak, Knez adı verilen Sırp ileri gelenlerinden bazılarını öldürdüler. Sırplar da bunun üzerine 4 Şubat 1804′te Yeniçerilere karşı silahlı olarak harekete geçtiler. Böylece de Sırp isyanı başlamış oldu.

Sırpların, görünüşte Yeniçerilere karşı olmak üzere başlattıkları bu ilk isyan hareketinin başında asıl adı Georg Petroviç olan Kara Yorgi bulunuyordu. İsyan Şubnice köyünde patlak verdi ve çok geçmeden bütün eyalete yayıldı. Asiler, kalelere hücum ettiler ve Müslüman halkın, bulundukları yerlerden toptan kaçırılması için şiddet kullandılar.

Bir domuz tüccarı olan, bir zamanlar eşkiyalık yapmış ve Avusturya ordusunda hizmet görmüş bulunan Kara Yorgi, durumu tehlikeli gören ve kendisine katılmak istemeyen bir kısım Sırp köylüsünü de yanına çekmek için yaptığı işin padişaha karşı olmadığını aksine onun emriyle yerli Yeniçerileri ortadan kaldırmaya memur edildiğini ilan etti. Bununla, aynı zamanda Yeniçerilere düşman olan bazı Müslümanların da desteğini sağladı.

Bundan sonra isyan kısa zamanda gelişti. Asiler Belgrad’ı kuşattılar. Kendilerine Müslüman halk da yardım etti. Yeniçeriler ezildiler. Böylece asilerin istekleri gerçekleşmiş oldu. Bundan sonra bunların dağılması gerekirken, aksine bu başarıdan sonra, Sırbistan’da bağımsız bir devlet kurulmasını istemeye başladılar.

Kara Yorgi
Buraya kadar, Yeniçerilerin ezilmesini isteyen ve bu bakımdan da olayı bir bakıma destekleyen İstanbul Hükümeti, asilerin bağımsızlık isteklerini reddetti. Bunun üzerine toplanan Sırp Ulusal Meclisi (Skupçina), Kara Yorgi’yi Baş Knez seçerek, Sırbistan devletinin kurulmasına kadar, Osmanlı Devleti ile mücadeleye karar verdi.

Sırplar, bundan sonra yapacakları harekette, önce Avusturya’ya sonra da Rusya’ya dayanmak istediler. Ancak Rus Çarı, onlara Osmanlı Hükümetiyle anlaşmalarını bildirdi. Nitekim, Haziran 18O5′te bir Sırp heyeti İstanbul’a geldi. Heyet, Avusturya ve Rusya’nın da desteğiyle Sırbistan’da Eflâk ve Buğdan gibi bir yarı bağımsız eyalet kurmayı önerdi. Ancak Osmanlı Hükümeti, Fransa’nın da Tuna boylarında üçüncü bir prensliğin kurulmasına karşı olmasından yararlanarak bunu kabul etmedi5. Bununla beraber, bundan böyle Sırp isyanı büyük devletlerin de karıştığı bir devletlerarası sorun oldu. Bu konuda Sırpları destekleyen başlıca devlet ise Rusya idi.


Sırp İsyanı’na Rusya Desteği

Sırp isyanının başlayıp gelişmeler gösterdiği sıralarda, Osmanlı Devleti Rusya ile 1798 Andlaşması’na göre müttefik durumunda bulunuyordu. Ancak, daha önce belirtildiği gibi, bu devlet müttefik olmaktan da yararlanarak, Balkanlar’da ve bu arada Sırplar arasında Osmanlı Devleti aleyhine geniş bir kışkırtma çalışmasına girmişti. Bununla beraber, Avrupa’da Napolyon Bonapart tehlikesinden dolayı, 1804′te başlayan isyanı açıktan desteklemekten çekinmiş ve yukarıda değinildiği üzere, 1805 yılında kendisinden yardım isteyen Sırplara İstanbul ile anlaşmasını önermişti. Bunun bir nedeni de 24 Eylül 18O5′te Osmanlı Devleti ile yaptığı yeni antlaşmaydı. Ne var ki, 1806 yılında Osmanlı-Rus ilişkilerinde meydana gelen yeni gelişme, yani Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne savaş açması, bu devletin Sırp isyanı karşısındaki tutumunu da değiştirdi. Ruslar, 1806 yılında Eflâk ve Buğdan’a girdikten sonra bu savaşta Sırplar’dan yararlanmak istediler ve onları açıkça destekleyip anlaşmak istediler.

Ruslar, başlattıkları savaşın yanısıra, Balkanlar’daki bütün Hıristiyanları ayaklandırmak ve kendileriyle birleşmelerini sağlamak için çeşitli girişimlerde bulundular. Bu arada da Sırplara her türlü yardımı yapmaya başladılar. Teodor Filipoviç adlı bir Rus temsilcisi, yanındaki subay ve memurlarla Belgrad’a yerleşerek, Sırp ordusunu ve idaresini düzenlemeye başladı. Rusya’nın yardım ve himayesi Sırplara bir devlet kurma ümidini verdi. Bu da, Kara Yorgi emrindeki asileri cesaretlendirdi ve bunların Türklere karşı daha şiddetle saldırmalarına yol açtı. Bu arada Karadağlılar da Sırplara katıldı, isyan hareketinin alanı genişledi.

Sırp İsyanı’yla Rusya’nın himayesinde bir Sırbistan devletinin kurulma ihtimalinin ortaya çıkması; bu defa, bölgeye komşu ve burada kendisinin de gözü bulunan Avusturya’yı harekete geçirdi. Çünkü, Rusya’nın himayesinde kurulacak bir Sırbistan aynı zamanda Rusya’nın Balkanlar’a iyice sokulmasına yol açacak ve Avusturya için büyük tehlike yaratacaktı. 

1815-1870 Yılları Arasında Osmanlı İmparatorluğu 13 devlet, bir Sırp devletinin kurulmasına kesin olarak karşı çıktı. Bu da Sırbistan konusunu, aynı zamanda bir Avusturya-Rusya anlaşmazlığı haline getirdi.

Sırp İsyanı, Avusturya’nın karşı olmasına ve Osmanlı Devleti’nin çalışmalarına rağmen sürdü. Bu arada Kara Yorgi 1807′de Belgrad’ı aldı ve kentteki Müslümanların çoğunu katletti, Aralık 1808′de de kendini bütün Sırpların kralı ilan etti. Ancak bunu ne Osmanlı Devleti ne de Avusturya kabul etti. 

Sırbistan’daki bu durum, Osmanlı Devleti ile Rusya arasında yapılan 1812 Bükreş Andlaşması’na kadar sürdü. Ruslar, Bükreş barış görüşmeleri sırasında da Sırpları korudular ve antlaşma metnine, Sırbistan’a özerklik verilmesine yol açabilecek bir madde koydurdular. Osmanlı Devleti önce buna karşı çıktıysa da, içinde bulunduğu güçlükler dolayısıyla kabul etmek zorunda kaldı. 

Böylece Rusya, isyanın başlamasından 1812 Bükreş Antlaşması’na kadar, Sırpları maddi ve manevi şekilde destekleyerek, Sırbistan’ın varlığını fiilen ve hukuken Osmanlı Devleti’ne kabul ettirmeye çalıştı. Ancak bundan sonra dikkatini Napolyon Bonapart tehlikesine ve Avrupa olaylarına çevirmek zorunda kaldı.

Kara Yorgi, 1812 Bükreş Antlaşması'ndan sonra, sözde bu antlaşmaya dayanarak bağımsızlığa varacak isteklerde ve hareketlerde bulunmaya başladı. Bunun üzerine Osmanlı Devleti, Rusya’nın aynı yıl Napolyon’un Moskova Seferi’ne çıkmasıyla Batı’da uğraşmasından yararlanarak ve bu devletin Sırplara yardıma gelmesine fırsat bırakmadan, bu konuyu kökünden çözümlemek üzere, harekete geçti. Bu işle de Hurşit Paşa görevlendirildi. 

Hurşit Paşa, yanındaki kuvvetlerle Bosna, Vidin ve Niş’ten hareket ederek Kara Yorgi’nin birliklerini kısa sürede yenip dağıttı ve 7 Ekim 1813′te Belgrad’ı yeniden ele geçirdi. Bunun üzerine Kara Yorgi ve asilerin diğer elebaşları, daha fazla dayanamayarak Avusturya’ya kaçtı. Böylece Sırp isyanı sona erdirildi ve Sırbistan yeniden devlet merkezine bağlandı. Fakat, kısa bir süre sonra Sırbistan’da yeni gelişmeler baş gösterdi. 

Sırbistan Prensliği’nin Kuruluşu

Sırplar, çıkardıkları isyan hareketinin bu suretle bastırılmasından sonra silahla ve Rusya’nın yardımıyla gerçekleştiremedikleri amaçlarına bu defa, devletlerarası diplomasiden yararlanarak ve yine Rusya’nın yardımıyla ulaşmak için çalışmaya başladılar. Bunun için 1814 yılında toplanan Viyana Kongresi’ne bir heyet göndererek Avrupa devletlerinin Sırbistan’ın kurulması lehinde işe karışmalarını istediler.

Fakat, kendi devletinin iç ve dış politikasında bu gibi hareketlere karşı bir yol izleyen, aynı zamanda hemen ya-nıbaşında özerk veya bağımsız bir Sırbistan kurulmasını istemeyen Kongre Başkanı ve Avusturya Başbakanı Metternich’in etkisiyle, Viyana Kongresi Sırpların isteklerini dikkate almadı.

Bunun üzerine yalnız kalan ve bu yolla da amaçlarına varamayacaklarını anlayan Sırplar, 1815 yılında Başknez seçtikleri Miloş Obrenoviç liderliğinde yeniden isyan hareketlerine başladılar. Başlangıçta Miloş Obrenoviç bağımsızlık için yapılan bir ayaklanmanın başı olarak değil, sadece and-laşmalarla sağlamış olduklarına inandıkları hakların koruyucusu olarak ortaya çıkmıştı. Bundan dolayı da 1815 yılı sonlarında İstanbul’a yeniden bir Sırp temsilci gönderdi. Bu temsilci, Babıâli’ye verginin zamanında verileceğini, silahlarını ve elde tuttukları kritik yerleri teslim edeceklerini vaad etti. Fakat, bunlara karşılık Belgrad Paşası ile yanında bulunacak sekiz yüksek memur ve arkadaşlarından başka bütün Türklerin Sırbistan’dan çıkarılmasını istedi7. Böylece Sırplar, Osmanlı Devleti’ne, kendine bağlı bir Sırbistan’ in varlığını kabul etmesini ve askerlerini buradan çekmesini önerdi. 

Ancak, bu sıralarda yani 1815 yılında, Napolyon Bonapart tehlikesi Avrupa’dan kesin olarak kaldırılmıştı. Bundan dolayı Rusya Avrupa’nın en güçlü devletlerinden biri haline gelmişti. Bu bakımdan, Ruslar, daha önce 1812 yılında yani en sıkışık bulundukları sıralarda yardım ettikleri Sırplara, daha etkili destek sağlamak üzere Sırbistan işine kesin olarak müdahale etmek istiyorlardı. Osmanlı Devleti, bu sebepten bir Rus müdahalesine meydan vermemek için bu defa Osmanlı egemenliğinde kalacağını ilan eden Miloş Obrenoviç’i Başknez olarak tanıdı. 1816 yılı başlarında da Sırplara, vergiyi doğrudan kendilerinin toplaması, Knezlerini seçme ve bunlara idari görevlerde bulunma ile, Başknez’e Belgrad Paşası’nın yanında temsilci bulundurma ve Sırplar arasındaki adalet işlerini düzenleme gibi geniş haklar verdi. Bu suretle Sırbistan’daki gelişmelerle Sırplar’ın istekleri belli ölçüde Osmanlı Devleti tarafından kabul edilmiş oldu. 

Miloş Obrenoviç bundan sonra Başknez olarak kaldı ve bir ara Rusların yardımıyla yeni bir isyan hareketi düzenlemek üzere Sırbistan’a dönen Kara Yorgi’yi Belgrad Paşası’nın emriyle öldürttü. 1817 yılında da Sırp ileri gelenleri Miloş’u Sırpların başı olarak tanıdılar. 

Böylece, Sırpların 1804 yılında başlattığı isyan ve gelişmelerin sonucunda, Osmanlı Devleti’nin sınırları içerisinde İstanbul’a bağlı olmak koşuluyla Sırbistan Prensliği ortaya çıkmış oldu. Bununla da, Osmanlı tarihinde ilk defa olarak bir Osmanlı Hıristiyan toplumu bağımsızlık için harekete geçerek, sınırlı da olsa başarıya ulaşmıştır. 

Bu da, diğer Osmanlı Hıristiyanlar! için ulaşılabilmesi mümkün olan bir örnek oldu.Nitekim, Sırp isyanından hemen sonra, ondan da daha geniş kapsamlı olarak Yunan isyanı başladı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder