Çanakkale'de savaşa neden 9 saat ara verilmişti ?


Tarihin gördüğü en büyük savaşlardan biri olan Çanakkale Savaşı İtilaf devletlerinin Çanakkale boğazını aşarak İstanbul’u almak ve Osmanlı Devletini savaş dışı bırakmak için açtıkları bir cepheydi. En gelişmiş savaş gemileri ile Çanakkale boğazından geçmek için çabalayan İngilizler ve Fransızlar bunda başarılı olamayınca kara harekatına başladılar. Gelibolu yarımadasından 75 bin kişilik bir kuvvet ile saldıran itilaf ordusu kara üzerinden İstanbul’a varmayı planlıyordu. Ancak deniz harekatında yaşadıkları mağlubiyetin bir benzerini kara harekatında yaşayacaklardı. Çünkü Çanakkale İstanbul’un kilidiydi. Bu sebeple Çanakkale’yi yalnızca Osmanlı ordusu savunmadı on binlerce gönüllü de bu cephede görev aldı. 
Gelibolu yarımadası küçük bir yarımadaydı. Yüz binlerce askerin aylarca mücadele ettiği, on binlerce insanın hayatını kaybettiği bu küçük yarımada kısa sürede kan ve ceset ile kokmaya başlamıştı. Siperler birbirine yakındı ve aralarındaki  bölge cesetlerle yaralılarla doluydu. Bu durum hem insani ve hem de tıbbi nedenlerle kabul edilebilecek bir şey değildi. Çünkü cesetler bir an önce kaldırılıp gömülmediği takdirde çürüyecek ve  yayılacak mikroplar her iki tarafın da sağlını tehdit edecekti. Her iki tarafın sağlık ekiplerinin bu konuyu komutanlarına bildirmesi üzerine karşılıklı görüşmeler yapıldı. Görüşmelerde İngiliz tarafını Yarbay Aubrey Herbet, Osmanlı tarafını ise Yarbay Fahrettin Bey temsil etti.Yarbay Aubrey Herbet Türkçe biliyordu ve Türkleri yakından tanıyan bir insandı. 
İki tarafın görüşmeleri sürerken aslında cephede karşılıklı siperler arasında anlaşma yapılmıştı bile. İki taraf da siperler arasındaki yaralıları Kızılay ve Kızılhaç bayrakları çekerek topluyordu. Cephede başlamış olan bu hareket  23 Mayıs günü yapılan protokol ile resmileşti. İki taraf da 24 Mayıs sabahı 9 saat boyunca ateşi kesecekti. Üç ayrı bölge beyaz bayraklarla tespit edilecek ve bunlardan birine Türkler, diğerine İngilizler üçüncüsüne ise her iki tarafın ölüleri karışık gömülecekti. Bu işlerde görev alacak doktor ve din adamları kollarında beyaz bant taşıyacak, yanlarında dürbün bulundurmayacak ya da karşı taraf siperlerine inmeyeceklerdi. Sahipsiz tüfekler mekanizmaları çıkarıldıktan sonra kime aitse o tarafa iade edilecekti. 
Protokolün ardından 24 Mayıs sabahı iki taraf da ateşi kesti. Herbert ve Yarbay Fahrettin Bey kumandasındaki heyet beraberce binlerce cesedin bulunduğu bölgeye geldi. Herbert burada gördüğü manzarayı hatıralarında şöyle anlatıyor:  “4.000 Türk’ün yatmakta olduğu arazinin durumunu tarif edebilmek imkansızdı. Neyseki hava kapalıydı ve yağmur, görüş mesafesini kısıtlıyordu. Türk Kızılayı'ndan biri bana bir parça antiseptik pamuk verdi ve bunuma tutmamı söyledi. Sonra da sık sık ge1ip pamuğumu değiştirdi. İlk anlarda onca ölünün arasında sadece iki yaralı bulunabildi.’ 
Siperlerde bekleyen askerlerin elleri tetikte olmasına karşın omuz omuza mezar kazmak durumunda olan Türk ve Anzak askerleri arasındaki muhabbet artmıştı. Askerler birbirlerine sigara ikram ediyor, bildikleri İngilizce,Arapça kelimelerle şakalaşıyorlar, hatıra olarak rütbelerini değiş tokuş ediyorlardı. 
Türk ve Anzak askerleri beraberce işlerini yaparken Avustralya Kuvvetleri Sağlık Başkanı  yüksek rütbeli bir subayın göğsünde büyük bir eski Osmanlı nişanı görülmekteydi. Bilenler bunun Plevne gazilerine verilmiş meşhur madalya olduğunu anlamışlardı. Adı Charles Ryan olan Avusturyalı bunu 1877 Osmanlı-Rus harbinde Rusya’ya karşı Gazi Osman Paşa kuvvetleri arasında savarak kazandığını ifade etti. Bu cümlelerin ardından Türk subaylarına hikayesini anlatmaya başladı. Doktor Ryan,1877 savaşı başladığında Türklerin haklı olduğuna inanmış ve Osmanlı hizmetine girerek savaşta görev almıştı. Gönüllü olarak katıldığı bu savaştaki hizmetlerinin karşılığı olarak Plevne gazilerine verilen özel madalyadan bir tane de ona verilmişti. Ryan savaştan sonra ülkesine yani Avustralya’ya döndüğünde Plevne savaşını öyle çok anlatmış ki kendisine ‘Plevne Ryan’ diye hitap edilmeye başlanmıştı. 
Ryan, bu hikayeyi anlatırken hayatını kaybetmiş olan askerlerin defin işleri sona ermek üzereydi. Herbert de yine bildiği Türkçe ile iki taraf arasında çıkan ihtilafları çözmekle meşguldü. Bir ara Türkler onu siperlerine aldılar. Herbert de, siperde Balkan Savaşı sırasında Arnavutluk’ta tanışmış olduğu bazı eski arkadaşlarına rastladı ve aralarında sohbet başladı. sohbet öyle koyu idi ki gülüşmelerin sesinden defin işlemi yapan imamlar ve papazlar rahatsız oldular ve bir subayı göndererek susmalarını istediler. Açılan mezarlara cesetler konarken bir Türk subayı Herberte, ‘Bu gördüğünüz politika," dedi. Sonra da üst üste yığılmış başka cesetleri işaret etti: "Bunlar da diplomasi. Allah biz askerlere acısın!" diyordu. 
Saat 16’ya geldiğinde Türk sıhhiye erleri siperlerine çekilmeye başlamıştı. Herbert dekendi adamlarını geri gönderdi. İki taraf da siperlerine çekiliyordu. Herbert o gün bulduğu dostlarıyla vedalaşırken Türkçe olarak "Şimdi gülüyorsunuz. Ama yarın beni vuracaksınız” dedi. Türklerin cevabı ise “Allah göstermesin” şeklinde oldu. Siperdeki Türklerle Avustralyalılar tokalaştılar. Onlar yerlerine dönerken Türkler arkalarından “Güle güle gidin.” diye bağırıyordu. Böylece 9 saat süren ateşkes sona erdi. Saat  16.45’te atılan bir kurşun ile savaş kaldığı yerden devam etti. 
Kaynaklar:
Ebral Sözüdemir, Anzakların Gözüyle Çanakkale Savaşı
Çanakkale Savaları Tarihi


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder