İttihat ve Terakki Cemiyetine mensup bir grup askerin baskısı sonucu ilan edilen Meşrutiyet ile Osmanlı tarihinde yeni bir dönem başladı. Yeni dönemde Osmanlı vatandaşlığı temelinde hürriyet, eşitlik, adalet prensiplerine dayalı meşruti bir ülke inşası hedeflenmişti. Ancak bunun bir hayal olduğu kısa sürede belli oldu. Bunda yalnızca azınlıkların devletten ayrılmak için verdikleri çabanın haricinde meşrutiyeti ilan ettiren İttihat ve Terakki cemiyetinin bu ilkelerden uzak bir siyaset izleyerek devleti cemiyet üzerinden idare etme çabası,muhalefete tahammülsüzlüğü büyük ölçüde etkili oldu.
Cemiyetin başta ordu olmak üzere devlet kademelerinde cemiyete mensup kişilere görev vermesi, cemiyetten olmayanları tasfiye etmesi, ordu içerisindeki mekteplilerin alaylılara kötü muamelesi ve genel manada muhalefete tahammülsüz bir yönetim sergilemesi halktan gördüğü desteği kaybetmesine yol açtı. Cemiyetin uygulamalarına ve devlet üzerindeki baskısına bir tepki olarak ortaya çıkan 31 Mart Vakasının bastırılmasından sonra daha da güçlenen İttihat ve Terakki daha sert politikalar izlemeye başladı. Geniş çaplı tutuklamalar başlatan cemiyet muhalefeti sindirmeye çalıştı. Bu gelişmeler üzerine İttihat ve Terakki karşıtı siyasi partiler birleşerek Hürriyet ve İtilaf Fırkası adında bir parti kurdular. 1912’ye gelindiğinde ülke İttihatçı ve İtilafçı diye bölünmüştü. Bu şartlar altında gidilen seçimden İttihat ve Terakki cemiyeti büyük bir başarıyla çıktı. Ancak bu başarı halkın memnuniyetinden gelmiyordu. İktidarda bulunan İttihat ve Terakkinin vatandaşı döverek de olsa seçimi kazanmasını bilmişti.
Ordu içinde siyaset
1912 meclisinde muhalefet yoktu. İttihatçılar istedikleri bir meclisi böylece oluşturdular. Fakat meclis içinden kovulan muhalefet bu kez ordu içerisinden çıktı. Devletin geleceği ile ilgili kararların Cemiyet’te alınmaya başlanması, orduda yalnızca İttihatçı subayların terfi alması, önemli görevlere getirilmesi; İttihat ve Terakki Cemiyetine karşı ordu içinde Halâskâr Zabitan ( Kurtarıcı Subaylar ) adında bir gizli örgütün kurulmasına sebep oldu. İttihat ve Terakki Cemiyetinin uygulamalarına, devleti kendi örgütü gibi idare etmesine karşı çıkan bu muhalif grup Balkanlardaki siyasi durumun kötüleşmesi üzerine 16 Temmuz'da bir muhtıra ile İttihat ve Terakki yanlısı Mehmed Said Paşa hükümetini istifaya zorladı. Muhtırada ülkenin II.Abdülhamit dönemindeki gibi bir buhran döneminde olduğu,çökme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu, bu durumda da en önemli görevin askerlere düştüğünü belirttiler ve hükümetin istifa etmesini istediler. O günlerde kim oldukları ve ne kadar güçlü oldukları bilinmemesine rağmen bu tehdit üzerine hükümet istifa etmek zorunda kaldı. İstifa eden hükümetin yerine Gazi Ahmet Muhtar Paşa başkanlığında partiler üstü bir hükümet kuruldu.
Siyasi mücadelenin ordu içerisinde yaşanmaya başladığı günlerde Sırbistan, Karadağ, Bulgaristan, Yunanistan'dan oluşan müttefik güçleri, 13 Ekim 1912 tarihinde Babıali'ye bir ültimatom verdiler. Balkan devletlerinden gelen bu ültimatoma büyük bir tepki ortaya çıktı. İttihat ve Terakki savaşa girilmesini taraftarıydı ve yönde büyük bir propagandaya girişti. Propaganda için partinin önde gelen isimlerinden Talat Paşa, Doktor Nazım, Kara Kemal gibi kişiler görevlendirildi. Sultanahmet Meydanında büyük bir miting gerçekleştirilerek savaşın psikolojik altyapısı hazırlandı.
Hürriyet ve İtilaf Fırkası da İtttihat ve Terakki gibi savaşa girilmesi taraftarıydı. Partiye mensup gençler Babıali'ye hücum ederek camları kırıp 'Balkanları vermeyiz, harp isteriz' şeklinde gösteride bulunarak savaşa taraftar olduklarını açıkça gösterdiler. Böylece hem İttihat ve Terakki hem de Hürriyet ve İtilaf Fırkası savaşa girme kararında birleşmiş oldu.
Ordu İttihatçı-İtilafçı şeklinde bölünmüştü
Osmanlı Ordusunun durumu ise Meşrutiyetin ilanından itibaren yapılan ıslahatlar sayesinde fiziki yapı itibariyle önceki döneme kıyasla iyileşmişti. Avrupalı devletler de Osmanlı ile Balkan ittifakı arasında yaşanacak olan bir savaşta Osmanlı devletinin galip geleceğini toprak kazanacağını tahmin etmekteydi. Bu yüzden savaş başlamadan önce statükonun değişmeyeceği yönünde Osmanlı devletine bildirimde bulunmuşlardı. Ancak gerçek durumun öyle olmadığı kısa sürede ortaya çıktı. Siyasi mücadele/çatışma ordu içine de öylesine aksetmişti ki askerler ittihatçı-itilafçı şeklinde bölünmüştü. Ast-üst ilişkisi, disiplin,itaat kaybolmuştu. Halaskaran Zabitan grubundan askerlerin komutanlıklara getirilmesi ise çoğunluğu İttihatçı olan genç subayların tepkisine sebep olmuştu.
Ahmet Muhtar Paşa kabinesinin, Avrupa’nın savaşa izin vermeyeceğine güvenerek 100 bin civarında askeri terhis etmesi ise yaşanacak felaketin sebeplerinden bir diğeri oldu. Savaş öncesinde bir taraftan askerler terhis edilirken diğer taraftan yeni askerler silah altına alınmaktaydı. Bunun neticesi olarak askerler komutanlarını komutanlar ise askerlerini tanımıyordu. Tüfek doldurmayı bilmeyen, düşman projektörünü görüp dağılacak olan erlerle Osmanlı ordusu 17 Ekimde Balkan ittifakına savaş ilan etti.
İttihatçı subaylar “İtilafçılar Rumeli’yi sattı” derken, İtilafçılar “ Zabitlerimiz İttihatçı imiş” diyeceklerdi.
Savaşın daha ilk günlerinde Osmanlı ordusu büyük bir bozguna uğradı. Subaylar arasındaki siyasi çekişmeler cephede de devam ediyordu. İtilafçı - İttihatçı ayrımı yalnız yüksek rütbeli subaylar arasında değil genç subaylar ile komuta heyeti arasında da yaşanmaya başlamıştı. Muhalif iki grubu birbirine kışkırtmak için savaş sırasında propaganda faaliyetleri de yaşanıyordu. İttihatçı subaylar “İtilafçılar Rumeli’yi sattı” derken, İtilafçılar “ Zabitlerimiz İttihatçı imiş” diyeceklerdi. Zaten tam yerleşmemiş olan disiplin ve erlerin subaylarına olan itaati kaybolmuştu. Ordu içerisindeki bu tartışmaların dışında komutanlar arasındaki koordinasyonsuzluk, rekabet, paşaların birbirleriyle olan kavgası da yaşanan bozgunun bir diğer sebebi oldu.
İzzet Paşa’nın “…Dünyada hiçbir ordu,mesuliyet-i resmiyeyi deruhte etmeye şübban ile idare edilmemiştir ve içerisinde bu kadar anarşi,nifak hüküm süren bir ordunun muharebe meydanında düşmanlarına galebe ettiği tarihte görülmemiştir.” ifadeleri yaşananları kısaca özetliyordu.
Büyük bir bozguna uğrayan Osmanlı ordusu Edirne’yi de Bulgar işgaline bırakarak Çatalca’ya kadar çekilmek zorunda kaldı. Osmanlı devleti topraklarının yaklaşık üçte birini ve 5 milyon nüfusunu kaybederek tarihinin en dramatik mağlubiyetini aldı. Yaşananlara kimse inanamıyordu. Yaklaşık 500 yıllık Osmanlı toprakları siyasi kavgaların bir sonucu olarak kaybedildi.
Savaşın sonunda İttihatçılar ile İtilafçılar birbirlerini suçlamaya devam ettiler. İtilafçılar, İttihatçıları “ vatanımızın düşman eline geçmesi için gayret etmekle, ihanetle, yıkıcı telkin ve propaganda ile” suçlarken; İttihatçılar bütün önemli görevlerin İtilafçılara bırakıldığından, İttihatçılara güvenilmediğinden şikayet etmekte ve İtilafçıları ordunun düzenini bozmakla suçluyorlardı.
Balkan devletleri ile yapılan müzakerelerde Edirne’nin Bulgarlara bırakılacağının belirmesi üzerine İttihat ve Terakki Cemiyeti 23 Ocak günü tarihe Babıali baskını olarak geçen hükümet darbesini yaptı. Hükümet istifa ettirildi ve İttihatçılar iktidarı ellerine aldılar. Ardından da kaybedilen Edirne ve Kırklareli Bulgarlardan geri alındı.
Makalenin Orjinal İsmi:"Balkan bozgununun sebebi: Ordu içinde siyaset"
Ömer AYMALI / Dünya Bülteni Tarih Servisi
Kaynaklar:
Ahmet Turan Alkan,II.Meşrutiyet döneminde ordu ve siyaset
Ali Birinci,Hürriyet ve İtilaf Fırkası
Feroz Ahmad,İttihat ve Terakki
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder